30 Ocak 2008 Çarşamba

GÜNDEM YİNE AYNI!




Dünya ekonomik kriz endişesinde, Amerika'daki resesyonun dünya piyasalarına etkilerini konuşur ve tartışırken bizde herhalde ekonominin müthiş dirençliliği ve kuvvetine güvenerek gündeme bu konuyu alma gereği bile duymuyoruz. Alsak da gündemin en önemli konusu olmuyor ya da olamıyor. Bizde daha önemli bir şey var tartışılacak o da türban. Çünkü türban sorunu çözülünce ülkede ne ekonomik problem kalacak ne de AB’ye uyumla uğraşma derdi. Aklı başında hiçbir devlet dünyada böyle bir konu tartışılırken türbanı birinci konu yapmaz en azından bu sorunun çözümünü ekonomik problemlerin tartışılmasının üstüne koymaz. Ama bunlar gerçekten dünya ile entegre olmak isteyen, gelecek için bu ülkeyi bir Avrupa ülkesi yapmak isteyenlerin uğraşacakları konular. Ancak aydınlıktan bu kadar uzak yönetimler ve yöneticiler gerçek sorunları ancak kendi görmek istedikleri olarak algılarlar bu da bizim gibi üçüncü dünya ülkelerinde görülebilecek bir mevzudur ve böyle devam ettiğimiz sürece de öyle kalacaktır. 2030'da muhtemelen dünya ülkeleri refahı ve gelişmişliği arttırmayı konuşurken bizde yine bir numaralı gündem türban olacaktır...
MZA

28 Ocak 2008 Pazartesi

ÖLÜMÜNE ULAŞIM !



Yıl 2008 ülkenin geri kalmış ve dünyaya ayak uyduramamış demiryollarında, yine ülkenin sözde refahından faydalanamamış zavallı insanlar ölüyor. Ve yine ülkenin ulaştırma bakanı kameralar önüne bile çıkmadan bu işi unutturma ve insanlar gerçeği sorgulamasın yoluna gitmekten başka hiçbir şey yapmadan olayın üstünü kapatma çabasına giriyor. Akla şu soru da gelmiyor değil, bu becerikli yönetimin gerçekleştireceği hızlı trene insan nasıl olur da güvenip biner ve nasıl olur da hiçbir kuşku ve korku duymadan seyahat eder. Demiryollarını kaderine terketmek ve yarısını erken uyarı sistemi ile donatmamak. Isparta’daki uçak kazasında bu havaalanını belirli standartlara çıkarmadan buraya uçakların inişine izin vermek. Bir şeyleri değiştirmek için ancak 70’e yakın insanın ölmesini beklemek ancak bu kalitede yönetim anlayışının becereceği bir durumdu. Kendilerini ve emeği geçenleri ayakta alkışlamak gerek..
MZA

Hero Turkoglu


Jordan topu aliyor macin bitimine 5.2 saniye kalmis, atarsa Chicago Bulls 6.kez sampiyon, atamazsa 7.mac sampiyonu belirleyecek, iste buyuk oyuncunun belli oldugu bu anda Jordan o efsane sutunu sokuyor ve bir kez daha tarih yaziyor bizler de ekran basinda hayran hayran izliyoruz.
Biz bunlari izleyerek buyuduk, bu oyuna boyle asik olduk, bu efsanelerle costuk. Simdi sira bir Turk ile cosmaya gelmis meger. Hedo Turkoglu her gecen gun oyununa bir seyler katiyor, onu izleyenler oyunundaki gelisimin sadece istatistiklerle olculemeyecegini gorebiliyorlar. Kendisi 19.3 sayi ortalamasiyla oynuyor fakat bundan daha degerli olan sahanin lideri olmasi. NBA’de “crunch time” denilen topun el yaktigi anlar vardir, son top, bu tur anlarda top en cok guvenilen isme verilir. Bu sene bu toplar Orlando Magic’de hep Hedo tarafindan kullanildi atsa da atamasa da son top onun. Dun gece de Boston Celtics karsisinda son top ondaydi, bitime saniyeler kala hareketine basladi karsisinda Paul Pierce, ligin en iyi oyuncularindan biri yani, tepeden “fade away”(geriye dogru cekilerek) bir atisla maci kazandiriyor Hedo. Basketbolda ilk 5 cikmaktan daha onemli olan maci bitiren ilk 5 icerisinde yer almaktir ve sadece lider ruhlu olanlar son topu kullanabilir, arkadaslari kaderlerini sadece onlara emanet edebilirler. Artik ona Hedo demiyorlar Hero(kahraman) diyorlar ve All – Star secilmeyi de sonuna kadar hakediyor.

24 Ocak 2008 Perşembe

70,586,000



Kimilerine gore icerisinde cok fazla sorun barindiran kimilerine gore de dunyanin en guzel sehri Istanbul. Oyle ya muhtesem bir kultur mozaigiyiz, aramizda her cesit insan var, istersen Bogaz'in essiz manzarasi, buram buram deniz kokusu, istersen orman havasi, istersen tam bir sehir. Tam bir metropol Istanbul, Turkiye’nin lokomotifi, gayri safi milli hasilaya en cok katki yapan il, yeni bir hayata baslamak isteyenlerin goc ettigi tasi topragi altin sehir.
Tarih boyunca 29 defa kusatilmis;
ilk olarak M.Ö. 479'da Sparta krali Pavsanias, son olarak da M.S. 1453 yilinda Fatih Sultan Mehmet tarafindan alinmistir.
Gecmisten bugune de icerisinde onlarca farkli etnik kokenden insan barindirmistir. Gectigimiz gunlerde Turkiye’nin nufusu aciklandi 70 milyon 586 bin kişi var su anda, Istanbul’da ise 12 milyon 573 bin kişi yasamakta, yani nerdeyse her 5 kisiden biri Istanbul’da yasiyor bunun nedeni de ekonomik olarak insanlarin hayatlarini idame ettirebilecekleri nerdeyse yegane yer olmasi. Muthis bir yogunlasma soz konusu. Istanbul caglar boyunca zaten en cok ilgi ceken il olmustur, fakat Istanbul’un en onemli ozelligi icerisinde barindirdigi cesitlilikti, son aciklanan sayimlara gore toplam nufus icerisinde sadece 98 bin 339’u yabancı uyruklu insan yasamakta, artik bunun ne kadari Istanbul’da ikamet ediyor bilmiyoruz fakat bu zengin cografyamizin en onemli unsurlarindan biri olan cesitliligimizi kaybettigimiz kesin.

Bir baskadir benim memleketim...




Uzun kalın gövdeli ağaçlar, gölgesinde uzanan sevgililer, şehrin hemen içinde nefes almanın mümkün olduğu kocaman bir park, çocuklar cıvıl cıvıl oynuyor, etrafta piknik yapan aileler, almış gitmiş başını bir hezeyan bir huzur. En büyük derdin daha fazla mutlu olmak daha fazla özgürlük olduğu, suç oranının kuzey ülkelerinin bile altına indiği bir ülke. Sosyal güvenlik almış başını gitmiş, işsizlik oranı zaten çok düşük, işsiz de kalsan zaten maaşına yakın devlet yardımın var, aldığın tazminat da cabası, zaten işveren kazancını maksimize ederken işçisini de unutmuyor. Sokaklar tertemiz bal dök yala, trafik desen sakin en kalabalık şehir 4 milyon ülkede, gelişmişlik tüm coğrafyaya yayılmış, bir huzur almış başını gidiyor, ne fakir var ne evsiz, ne mutsuz var ne ümitsiz. Şehirler hızlı trenlerle birbirine bağlanmış, başkente Istanbul’dan varmak maksimum 3 saat, sokaklar cıvıl cıvıl, sosyal hayat çok canlı her şehirde nerdeyse her akşam bir kültür etkinliği, sinemalar, tiyatrolar, kafeler tıklım tıklım. Herkes birbirine çok saygılı, nezaket almış başını gitmiş, yarın ne olacağım derdi tasası yok. Okullar dünya çapında, yabancı öğrenci ilgisi tavan yapmış, nerdeyse dünyanın en iyi 500 üniversitesi arasında 200'den fazla Türk üniversitesi var. Her yıl yabancı öğrenciler buralarda eğitim alabilmek için birbiriyle yarışıyor. Sinema sektörü inanılmaz gelişmiş Cannes’da ve Hollywood’da sürekli ödüller alan yönetmen ve oyuncumuzdan geçilmiyor ortalık. Öyle gelişmişiz ki her konuda başka ülkelerden gelen insanlar iltica etmesin diye insanı usandırıcak şekilde vize uyguluyoruz çoğu ülkeye. Türkiye liglerinde oynamak hayal tüm yabancı oyuncular için. Ortalık Messi’den, Ronaldinho’dan, Kaka’dan geçilmiyor. Basketçiler sıraya girmiş NBA’dan buraya gelmek istiyor, liglerin yayın hakları milyar dolarları geçiyor, tüm Avrupa kanalları sırada bizi izleyebilmek için. Aşklar, sevgiler parayla ölçülmüyor burda bir doktor bir garsonla evlenebiliyor, sınıf ayrımı duygusu iyice azalmış insanlarda. Her ilden başarılı siyasetçiler, bilim adamları, sporcular, sanatçılar çıkıyor. Çoğu uluslararası organizasyon ülkemizde yapılır olmuş her dalda. Davos’un havası geçmiş artık Adıyaman Kahta’da yapılıyor Dünya Ekonomik Forumu. ATP Tour tenis turnuvasu bu yıl Van’da gerçekleşiyor, ayrıca Şampiyonlar Ligi finali Bayburt’ta bu sene. Şırnak film festivali olmuş Cannes’a rakip, tüm Avrupa’nın gözü orada festival haftası. Edirne’de silikon vadisi kurulmuş, Sivas’ta ağır sanayi dünya ile yarışıyor. Öyle bir araba üretiliyor ki Elazığ’da tüm dünyada kapış kapış gidiyor. Bebek ölüm oranı dünyada olabilecek en ideal oranda, yaşam süresi kadınlar için 97, erkekler için 96. Tıpta inanılmaz ilerlemişiz, sağlık hizmetleri de tamamen bedava eğitimde olduğu gibi. Televizyonlar düzgün insanlarla dolu bütün gün. Ne Seda Sayan kalmış ne Esra Ceyhan. Katiller dışlanıyor toplumdan öyle eskisi gibi Türkiye gurur duymuyor onlarla. Arkadan adam vurmak yok artık delikanlılık adamlık bilgiyle, kültürle ölçülüyor. Başbakanın üslubu değişmiş eskiden eser yok, ananı da al git demiyor, anneciğinizi de alırsanız beklerim inşallah efendim diye yaklaşıyor millete. Ülkede laiklik sorunu da yok türban sorunu da. İsteyen türbanını takıyor isteyen don atlet geziyor, ama kimse kimseye kardeşim sen şöylesin ben böyleyim demiyor. Öyle belediye çukurlarına düşüp ölen çocuklar nerde. Böyle bir şey olursa o belediye başkanı sabahına koltuğu bırakıp gidiyor. Derin devletten eser yok. Kimse senin benim verdiğim vergiyle gidip illegal iş çevirip, millete suikast düzenleyip buna kılıf olarak da vatan millet edebiyatı ile halkı kafalayamıyor, kafalamaya çalışsa da hukuk veriyor cezasını. Eskisi gibi AHİM’e giden davamız yok, bu konuda ilk 3'de olduğumuz günler geride kalmış. Polis, halkı ile inanılmaz uyumlu, herkese saygılı ve sempatik davranıyor. Bu arada suçlulara da göz açtırmıyor, öyle Taksim tecavüzleri olmuyor eskisi gibi yılbaşlarında, artık buraya eğlenmeye gelen abazanlardan eser yok ortada. Mafya tamamıyla tarihe karışmış öyle zorla güzellik olmuyor artık... Sonra şöyle bir gözümü açıyorum otobüs çok kalabalık, nerdeyse ineceğim durağa gelmişim, izin isteyip yanımda oturan kişiden kapıya doğru ilerliyorum. Düğmeye basar mısın diye rica ediyorum birisine. Adam hayatından bıkmış gıcık oluyor sanki benim icin zoraki düğmeye basıyor. Sonunda iniyorum otobüsten hava hafif yağmurlu, trafik tam bir keşmekeş, insanlar birbirine yabancı kimse kimsenin yüzüne bakmıyor bile.
Kaldırimdan karşıya geçiyorum yürürken alımlı kızlara laf atan erkekler, sürekli kornaya basan şoförler, nefes almakta zorlanılacak bir hava, yürürken bana omuz atıp sonra birader bi problem mi var diyen birisiyle karşılaşıyorum. Yok kardeş deyip devam ediyorum çünkü ne diyorsun sen desem adamın belinde bıçağı veya silahı olma ihtimali korkutuyor beni. Sonunda eve varıyorum, televizyonu açıp haberleri izliyorum, yine aynı konular ekranda yine türban, yine laiklik, yine çeteler ve derin devlet, Beşiktaş hala stoper bulamamış, Başbakan hala ona buna posta koyuyor, ekonomi hala kirilgan, terör devam ediyor aynı hızla, Seda Sayan hala ekranlarda, İbrahim Uzülmez Roberto Carlos’tan iyi olduğunu iddia ediyor hala. Hrant’ı öldürenler bulunmamış, hukuk yine işlemiyor ülkemde. Moralim bozulup televizyonu kapıyorum, yatağıma uzanıyorum ardından, gelecek korkusu var hala içimde. Okul bitince ne yaparım diye düşünüyorum, işsizlik ihtimali de canımı sıkıyor iyice. Sonra otobüsteki rüyam aklıma geliyor tekrar uyumak istiyorum, uyuyup gerçekten kaçmak istiyorum, biraz da hayalimde yaşamak. Hafifçe gözlerim kapanıyor tekrar ülkeme dönüyorum hayalimdeki, umudumdaki, hasret kaldığım, mutlu olduğum, kötülük olmayan mutluluklar ülkesine...
MZA

23 Ocak 2008 Çarşamba

Nobel mi dediniz?



Nobel'i beğenmeme hakkımız var tabi, bu ödüle gülüp geçme, hatta neymiş Nobel canım, istesem bende alırım deme gibi yorumlar yapmamız da normal çünkü zaten Nobel’e alışığız. Çok aldık önceden bizim için normal oldu, hatta dünyada en fazla nobel ödülü alan ülkeyiz. Eğer hafızam beni yanıltmıyorsa en son İsmail Türüt ve Mustafa Topaloğlu 2005 ve 2006 da dünya barışına katkılarından dolayı Nobel Barış Ödülü’nü almışlardı. Her yıl milyonlarca kitabın okunduğu, yazarların büyük paralar kazandığı, aydınlarımızın her yıl dünya barışına önemli katkılar yaptığı bir ükeyiz, bu durumda doğal olarak bir doygunluk oluşmuş bizde, Nobel’de ne kardeşim duygusunu yaratmış. Şimdi bir ülke bir yazarını, devletin resmi tutumundan farklı bir söylem izledi ve bir açıklama yaptı diye vatan haini ilan ediyor, bu adam Nobel edebiyat ödülü alıyor, sen bu duruma değişik kılıflar bularak Nobel’i ve sahibi Orhan Pamuk’u hiçe sayıyorsun. Orhan Pamuk’un açıklamaları elbetteki ülkeyi zor durumda bırakmıştır veya devletin resmi tutumuyla ters düştüğünden dolayı, dışarda ülkeye karşı oluşacak baskıyı artırmıştır. Bunlar Pamuk’un edebiyatçı yönüne gölge düşürmemeli, o platform ile bu ayırt edilmeli, edilmezse birileri gerçekten Nobel’in herkesin alabileceği bir ödül olduğunu sanacak ve ne Orhan pamuk’un yazarlığına ne de bu ülkenin edebiyatına saygı duyacak. Nobel ne getirir diye bakarsak, Nobel alabilmiş bir ülkenin yazarı daha rahat dışa açılır, kendine güveni gelir, bizden biri yapabileceğini kanıtladı neden bende evrensel olmayayım sorusunu sorar kendine. Bunun yararı ülkeye olur, bu toprağın insanı sadece darbelerle, insan hakları ihlalleriyle değilde biraz da edebiyatıyla, kültürüyle anılır. Bir de olaya başka yönüyle bakalım, bu ödülün değerlendirilmesini yapmanın kime düştüğü konusuna. Malum hepimiz hergün tv’de binlerce uzmanla karşılaşıyoruz. Değişik kanallarda değişik programlarda kendini uzman ilan etmiş, uzmandan çok uzmancığa benzeyen soyatarılarla dolu ortalık. Nobel’in açıklandığı dönem tv’de değişik tartışmalar süre geldi. Bunlarda yine sözde uzmanlar ve entellektüel kişilikler konu ile ilişkili konuştu durdu. Örneğin 32.gün programında konu ödülün siyasi mi yoksa gerçekten edebiyat ile alakalı olup olmadığıydı. Ve yine aynı programda konuk olan Ankara Ticaret Odası başkanı uzman edası ile ödülün siyasi olduğunu iddaa ediyor ve ekliyordu, “ben bu ödüle saygı duymuyorum”. Bu sözün üzerine Birand bu zatı muhtereme Pamuk’u okuyup okumadığını sordu, kendisi hiç okumadığını hatta okuma gereği duymadığını söyledi. O zaman nasıl kanaat getiriyosun, neye dayanıyorsun diye sordu Birand ve yine bu kişi ben onu bunu bilmem bu ödül siyasidir dedi ve ödüle ve Pamuk’a saygı duymadığını ekledi. Şimdi bunu niye yazdım, bunu şundan yazdım insanların siyasi kimlikleri, görüşleri, tutumları ne olursa olsun bu insanları mesleklerinde yargılamak için belirli bir birikime ve yetiye sahip olmak gerekir, hele hele bu yetilerden çok uzakken ağzını bile açmamak gerekir. Biz edebiyat yorumunu işadamından, ticaret erbabından dinledikçe ve buna birileri kürsü verip konuşmasını sağladıkça bu ülkenin durumdan vazife çıkarmayı görev bilen vatandaşları Orhan Pamuk’a yumurta da atar domastes de. Bazıları da köşelerinde durur ve bundan keyif duyar çünkü onlara göre burası sadece onların ülkesi yani dümdüz düşünen odunoğlu odunların yani tarihten geçmişten ders almayan toplumu çatışmaya sürüklemekten nemalananların yani bu nemalanmayı edebiyatmış, spormuş, siyasetmiş diye ayırt etmeden sürdürenlerin ve dünya döndükçe sürdüreceklerin ülkesi.
MZA

21 Ocak 2008 Pazartesi

Durmak Yok Yola Devam!


İktidar partisinin müthiş sloganı, hiç bir şey değiştirmeden yola aynen böyle devam etme vurgusunda. Kendilerince bildikleri de var muhtemelen, bizim görmemizi istemedikleri de cabası. Örneğin karanlık cinayetlerin hiç biri aydınlatılmazken en büyük sorunumuzun hala türban olması gibi, bunu görmemek lazım, görürsek o yolda durup doğruyu bulmak lazım, doğruyu bulmak ne demek, doğruyu bulmak cesaret demek, doğruyu bulmak statükoya meydan okumak demek. Bunlar için öyle böyle bir cesaret gerekmez, hele Türkiye’de siyaset yapıyorsanız bu hiçte münkün değil bizim siyasetçilerimiz için. Ayrıca bu dönemde artan tarikatlaşmaya ne demeli? Aslında bu işin temeli kesinlikle direk mevcut iktidar ile alakalı değil ancak yine bu dönemde bu tip örgütlenmelerin aynen, eskiden pek farklı olmadan devam ettiğini görüyoruz. Peki nedir bu tarikatların zararı veya olumsuz yönleri? Tarikatta demokrasi olur mu?. . . zannetmiyorum. . . Peki tarikat üyesi demokratik olur mu? . . Onu da zannetmiyorum. . . Dogmanın direk kabul edildiği, yani tarikat liderinin aldığı kararın direk kabul edildiği yerde demokrasi nasıl olur, olursa da ne denli demokrasi deriz biz buna? Bunların hepsi nasıl insanlar meydana çıkarır? Bunların hepsi hiç bir şey sorgulamayan, büyüğümüz ne derse doğrudur diyen, mevcut sisteme eleştiri getirmeyen hatta getirmekten aciz olan robotlar üretmez mi? Peki eğer bunlar meydana geliyorsa durup düşünmek, dinin bir kaç şeyhin ve tarikat liderinin elinde oyuncak olmayan bir şey olduğunu insanlara anlatmak veya mevcut gidişata rotuşlar yapmak gerekmez mi? Peki bunu mevcut iktidar yapar mı? Yani kabinesinde değişik tarikatlarla dirsek teması halinde olan, bu tarikatlara zamanında hizmet etmiş insanların bulunduğu iktidar bu gidişata dur der mi?. . Bal gibi de demez, derse ne olur? Derse bir dahaki seçimde yüzde 47 yalan olur. . . Peki bu konuda durmak yok diyelim, ekonomi için ne yapacağız? İşi gücü dolaylı vergiyi artırmak olan, geldiğinden beri mikro reform diye bağırıp bu konuda adım atmayan, altyapı hazırlığı yapmadan özelleştirmeye devam eden, özelleştirmeyi bütçe açığı kapama yöntemi olarak görmekten ileri gitmeyen yine bu iktidar değil mi? Bununla birlikte cari açığa bir türlü önlem alamayan, düşük kur nedeniyle ihracatçının belini büken, öğretmen maaşları OECD ülkelerine göre yüksek deyip o ülkelerin satınalma gücü paritelerini veya genel makro durumlarını bizle kıyaslamadan ulu orta konuşan bu iktidar değil mi? Her ay doların düşmesini fırsat bilip milli geliri dolar cinsine çevirip sonra kişi başı milli gelir arttı deyip, bu artışı günlük siyaset malzemesi haline getiren, aslında göz boyamayı milli gelir artışından daha önde tutan bu iktidar değil mi? Ülkeyi sıcak para bağımlısı hale düşürüp aman yabancılar kaçmasın yoksa batarız durumuna ekonomiyi sürükleyen onlar değil mi? Şimdi objektif bakıp başarılı olunan yerler olduğunu söylemeden geçemeyeceğim ama başarı anlayışımız ne bizim? Başarı komple bir şeymi yoksa bir şeyler iyi giderken diğerlerinde hiç bir olumlu gelişme olmaması mı? Başarı komple bakılması gereken birşey olsa gerek kanımca. Yani durum öyle durmadan yola devem edecek kadar iç açıcı değil. Bunlara ek olarak 301 konusunu gündeme getirmek için Hrant Dink’in öldürülmesini bekleyen. Malatyadaki katliama karşı hiç bir duruş sergilemeyen, Rahip cinayetlerinin hiçbirinde detaylı soruşturma yapılıp, olayların daha net aydınlatılmasına yardımcı olmayan bu iktidar değil mi? Enflasyonu yüzde 10 un altına indiren Süreyya Serdengeçti’nin sırf iktidara yakın olmadığı için görevine devam etmesine izin vermeyen, Cumhurbaşkanlığı krizini yaratan, olayı aylarca ülkenin bir numaralı gündemi yapıp, yine aynı dönemlerde AB ilişkilerinde umursamaz davranan bu iktidar değil mi? Üniversiteler paralı olmalı gerekir diyebilecek birini YÖK başkanı yapan, sosyal devlet anlayışına akıl almaz biçimde ters düşen bu iktidar değil mi? Futbol sahalarında geçen yıl yaşanan şiddete ve federasyonda yaşanan krize positif hiç bir etkisi olmayan, sporu İstanbul ve Ankara’da belediye takımlarını bizim paralarımızı harcayarak Süper lige çıkarıp bomboş tribünlere oynamasına sebep olan bu iktidar değil mi? Kabinesindeki bakanların ailelerinin birden bire gemi almak, şirket sahibi olmak ve ihalelere girmek gibi hobileri ortaya çıkan iktidar bu değil mi? İstanbul’da belediye çalışmalarında minicik zavallı bir çocuğun ölümüne sebep olan şirkete ihale veren, yol çalışmalarına inanılmaz para harcayıp, ilk yağmurda asfaltın paramparça olmasına seyirci kalan, bu şirketleri denetlemekten aciz olan İstanbul’un belediyesi bu iktidarın değil mi? 2002 de geçirdiği reform paketi dışında AB normlarına uymak için gerekli çabayı göstermeyen bizi AB aldatmacasıyla oyalayan, yarattığı atmosfer ile halkı da AB’yi istemez hale getiren bu yönetim değil mi? Rehin askerleri vatan haini ilan eden, geri döndüklerinde ‘keşke gelmeselerdi’ diyen yine bu iktidar değilmi? Bunun gibi birçok örnek varken olaya ‘DURMAK YOK YOLA DEVAM’ gibi düz mantıkla bakan, gelişmeyi, değişimi komple bir olgudan çok belirli göstergelerin iyi gitmesi algılayan ve algılatan bu iktidar değil mi? Sonuç olarak böyle durmadan yola devam etmek memleketin ekonomisinde rakamsal farklılıklar sağlar ama bu durum istikrara bu şekilde dönüşmez dönüşse de sosyal alanda değişimler sağlamadan, hukuku Avrupa standartlarına çıkarmadan demokorasi olmaz olamaz. . . Ha diyelimki ekonomide belirli reformlar ile büyüme ve istikrar sağlandı ve ülke 10, 000 dolar kişi başına gelirli bir ülke oldu. Anayasal düzenlemler sağlanmaz, insan hakları ve ifade özgürlüğü sorunu aşılmaz, askerin siyasete etkisi devam eder, yaşam ve insan kalitesini artırmaya yönelik çalışmalar yapılmazsa ülke en fazla Malezya olur, belki ekonomik olarak biraz düzgün olur ama demokrasi falan olmaz. Ülkenin geleceği, gençliği, umutları yok olur. . .
MZA

Butto'nun ardindan





Butto suikastinden sonra ilk tutuklama dun gerceklesti. 15 yasinda bir cocuk tutuklandi ve eger patlama basarili olmasaydi kendisinin isi bitirecegini itiraf etti. olayla ilgili yapilan ilk tutuklamanin bir cocuga olmasi oldukca dusunduru ve bir o kadar da tanidik geliyor,umarim bu da ''munferit'' bir eylem degildir.

Mazlumun zalim olmasi..

Hitler’in 2.dunya savasi sirasinda yapmis oldugu musevi katliamlari butun dunyaca bilinmekte, milyonlarca insan toplama kamplarinda vahsice oldurulmustu. Savasi muttefiklerin kazanmasindan sonra da magdur olan bu halka yeni topraklar ''vaad edilmis” uygun gordukleri yer de Orta Dogu olmustu. 1948’de kurulan bu devletin adi Israil idi. Bu mazlum halk gun gectikce kuvvetleniyor, dunyanin sayili guclerinden biri haline geliyordu, fakat her gecen gun insanligini biraz daha kaybediyordu. Oyle bir toplum haline gelmislerdir ki cocuklarina bombalarin uzerine sevgilerle yazdirip bunu Lubnan’in sivillerinin ustune atmakta sakinca gormemislerdir. Bugun geldigimiz noktadaysa Israil’in politikasinda yine pek bir degisiklik yok, son olarakta Gazze’ye elektrik iletimini engellediler. Simdi Filistin halki hastanelerinde, saglik kuruluslarinda, evlerde kisacasi hayati etkileyen her yerde buyuk sikinti yasamakta. Birlesmis Milletler ise durumun Gazze’de yasayan 1,5 milyon insan icin cok zor sartlar olusturdugunu belirtmekle yetiniyor. Dunya ne garip dunun mazlumu olmus bugunun zalimi.

19 Ocak 2008 Cumartesi

ARKADAN ADAM VURAN KAHRAMANLAR!

Türk derin devleti tam 1 yıl önce muhtemelen kendilerinin müthiş gurur duyduğu bir cinayete imza attı.Bugün tam 1 yıl geçmişken olayın üzerinden, arkasındaki karanlık aydınlatılmaktan tamamen uzak.Soruşturmaların sonucunda her ay hatta her hafta yeni belgeler ortaya çıkıyor ve bunların hepsinin işaret ettiği bir nokta var.Bu nokta bu işin tamamen organize,devlet içindeki güçlerin büyük katkılarıyla hazırlandığı.Ortaya çıkan belgelerden en ilginci olay üzerine yazılmış bir tutanağın daha olay gerçekleşmeden yazılması yani olayın önceden sonucunun ve şeklinin resmi kurumlar tarafından bilinmesi.Buna ek olarak olayın en önemli sanığının bir polis muhbiri olması,olay öncesi bu kişinin polisle olay üzerine konuşmalar yapmış olması da gayet dikkat çekici.Malum tv den takip ettiğimiz kadarıyla Trabzon emniyetine daha önce bu konuda ihbar yapılmış olması ve bu ihbara emniyetin gösterdiği ilgisizlik ve bunun üstünü kapamak istemesi de ne denli organize bir işle karşı karşıya olduğumuzun göstergesi.Ayrıca istanbul valisinin olayın ardından, olayın bir organize iş olmadığını vurgulaması,katilin bir anda yakalanması,içişlerinin yaptığı açıklamada ilgili emniyet müdürlüklerini ve valilikleri savunması.Bir başarıdan söz eder gibi katil’in Türk emniyetinin başarısıyla yakalandığına vurgu yapıp ihmalden (bu olayın ihbarının daha önce yapılmış olmasına ve bunun neden değerlendirilmediğine vurgu yapmaması) bahsetmemesi gerçekten işin ne doğrultuda olduğunu açıkça gösteriyor.Olaya ya ahmaklıkla yada gerçekten uydurma bir iyi niyetle yaklaşan bir kesim,olayın ısrarla organize olmaktan uzak münferid bir olay olduğunu vurgulamaktan geri kalmıyor.Ayrıca buna ek olarak Türkiye’de bu karanlık işlerden nemalanan hayatını bunların üzerine kurmuş ciddi anlamda faşist,kafatasçı,statuko yanlısı bir kesimde olayın karanlığı ve bağlantıları aydınlatılmasın diye ısrarla uğraşıyorlar. Bunların hepsi bize demokratik olmaktan hala ne denli uzak hala gizli elerin kararlarıyla yönetiliyor olduğumuzu açıkça gösteriyor.Demokratik bir ülke bu katillerin ve onların ağababalarının cezasını kesip,olayı tüm gizli yönleriyle deşifre eden ülkedir.Demokratik olan ülkenin valisi,emniyet müdürü hatta içişleri bakanı özel bir çaba sarfedip hukukun önünü açar aksine delillerin üstünü örtüp bazılarını korumaya çalışmaz kısacası derin devletin tetikçiliğine soyunmaz.Bir sözüm de Hrant’ı arkadan vuran sahte kahraman ve onun gibilere,muhtemelen olaydan sonra hem katil hem onun gibiler kahramanlıklarıyla, kuvvetleriyle,elde ettikleri kendilerince zaferle onurlandılar ama aslında gururlandıkları şey yaptığı yazmak kendince doğruları yazmak,fikirlerini söylemek olan, silahsız, katillerin ağababaları gibi kanla kazandıklarıyla hergün yeni ayakkabılar değil altı delik ayakkabılar giyen halktan bir adamı sırtından kalleşçe vurmaktan başka bir şey değildi..Bir kez daha derin devleti ve onun tetikçisi tüm kurumları lanetliyorum...
MZA

18 Ocak 2008 Cuma

Cinnet, Panik ve Cokus


Charles Kindelberger kitabi “Cinnet, Panik ve Cokus” te mali krizlerin izledigi uc asamayi basliginda bu sekilde siraliyor. Ilk asamada insanlar ekonomide her seyin iyi gittigini dusunuyor ve ne bulursa aliyor, yatirim yapiyor, tam bir cinnet var. Ikinci asamada ise acaba ekonomi o kadar da iyi gitmiyor mu diyor ve yatirimlarini sorguluyor, panige kapiliyor. Paul Krugman’in da dedigi gibi “krizden daha kotu bir sey varsa o da kriz soylentisidir”, herkesin dilinde kriz kapida soylemleri. Ve son asama gelir ardindan Cokus. Insanlar beklentilerini kriz olacagi varsayimina dayandirir, yatirimlarini kurtarmak icin paralarini cekerler, sonuc malum, zayif ekonomiler bunu kaldiramaz ve kriz patlak verir.
Amerika’da patlak veren sub-mortgage(durumu ortalamanin altinda olanlara acilan emlak kredisi) butun dunyayi vurmustu ve de vurmaya da devam ediyor, dev sirketler ustuste zarar acikliyorlar bunlardan bazilari sunlar; Citigroup: 18 milyar dolar, UBS: 13.5 milyar dolar, Morgan Stanley : 9.4 milyar dolar, Merrill Lynch: 8 milyar dolar, HSBC: 3.4 milyar dolar, Bear Stearns: 3.2 milyar dolar, Deutsche Bank: 3.2 milyar dolar, Bank of America: 3 milyar dolar, Barclays: 2.6 milyar dolar, Royal Bank of Scotland: 2.6 milyar dolar, Freddie Mac: 2 milyar dolar, JP Morgan Chase: 1.3 milyar dolar, Credit Suisse: 1 milyar dolar, Wachovia: $1.1 milyar dolar, IKB: 2.6 milyar dolar ve Paribas: 197 milyon dolar. Yukarida bahsettigim sub-mortgage ile ev sahibi olma fikri Amerikalilarin yasadigi cinnetti, simdi ise global piyasalar panik icerisinde acaba borsalar asiri mi degerlendi denmeye baslandi ve ustuste dunya borsalarindan dusus haberleri geliyor. Korkum bu gidisin sonunun cokus olmasi ve bundan en cok etkilenen ulkelerin basinda Turkiye’nin gelmesidir, giderek buyuyen cari acik artik finanse edilemez boyutlara geliyor, insallah doviz tevdihat hesap sahipleriyle borc sahipleri ayni kisilerdir...yoksa…

16 Ocak 2008 Çarşamba

Turkiye'de sanatci olmak



Dünyada önemli yerlere gelebilmek, insanlar tarafından saygı duyulur olabilmek, nesiller boyu eserleriyle anılabilmek her gerçek sanatçının hayalidir muhtemelen...En azından belli bir kitle tarafından sevilmek, beğenilmek, alkışlanmak ister sanatçı. Bunun belirli kriterleri vardır, örneğin şarkıcıysan ilk önce iyi bir sese sahip olmak, yaptığın müziğe göre sahnede performans gösteriyor olabilmek( pop şarkıcısıysan iyi dans edebilmek gibi) ayrıca yaptığın müzik ve dünya müziği hakkında kültüre sahip olabilmek. Bunlar normal şartlarda olayların gerçekten seyrinde işlediği ülkelerde şarkıcı olan ve bu sanatı icra eden kişilerde olması gereken özelliklerdir. Yanlız şarkıcılık eğer Türkiye’de icra ediliyorsa bu sıralamaya belirli özelikler eklemek gerekir. Örneğin arabesk söylüyorsanız belli başlı kriterlere uymalısınız. Bunlardan başlıcaları iyi atasözü bilmek ve kullanabilmek, yabancı dillerden alıntılar yapabilmek, kendi kendine özlü sözler icat edebilmek, en önemlisi de televizyodan “posta koyabimek” ve kabadayılık yapabilmek. Bunlar ülkemizin olmazsa olmazları örneğin ünlü sanatçı müthiş ses ve entelektüel, dünyanın ileri gelenlerinden Nihat Doğan bu örneklerden en önemlisi. Kendisi Türk müziğini ileri götürmek adına yaptığı akıl almaz besteler dışında, kaliteli postalar koyabilmesi ve ingilizce alıntılar yapabilmesi ile ünlü bir şarkıcımız. Kendisinin ünlü sözleri kısaca şöyle sıralanabilir; ‘ Adamsan face to face geleceksin’, ‘bana söz söylemeden önce kendi background’una bakacaksın’, ‘Nihat Doğan sakal gibidir kestikçe uzar’, ‘Ruhun önümde diz çöküp tövbe ister’. İşte bu kaliteli, müthiş anlam içeren ileri Türkçe ile ‘advance’ Ingilizcenin müthiş harmanlaması olan sözler zat-ı muhtereme ait. Bu sözler ülkemizde ünlü olmak isteyen arabesk fantazi müzik yapan her gencin sahip olması gerken, kendine örnek alıp hiç dilinden düşürmemesi gereken sözler. Çünkü bunlar kaliteli müziğin bizim şarkıcılarımıza göre olmazsa olmazları. Aslında bir kıyaslama yaparsak dünya ile, böyle manzaraları başka bir yerde görebileceğimizi sanmıyorum. Görürsek bile bu ülkelerin dünyada saygı gören, elle tutulur gelişmişlikten uzak ülkeler olacağını düşünüyorum. Mesela müthiş ses, iş adamı, türk sosyolojisi ve felsefesine büyük katkıları olan İbrahim Tatlıses’i ele alalım. Kendisi her hafta düzenli olarak katıldığı programlarda ona buna kabadayılık yapıp, tehditler savurup araya da özlü söz ve uzun hava sıkıştırarak hepimizin beğenisini kazanıyor ve kalbimizi fethediyor. Ben İbrahim Tatlıses için birilerinin bir süre önce ülkemizin Pavarotti’si dediğini ve aynı çapta gördüklerini söylediklerini hatırlıyorum. Ama bunu hatırlarken aklıma başka bir şey daha geliyor acaba Pavarotti yaşadığı süre içinde Tiziano Ferro yada Eros Ramazotti’ye İtalyan televizyonlarindan posta koyup ‘face to face geliceksiniz gerizekalılar’ yada ‘siz beni yıkamazsınız ben buraya Roma’da pizza ustalığı yaparken keşfedilip geldim’ , ‘bir Pavarotti Italya’ya kaç kez gelir’ demiş midir yada herhangi bir kaç Italyan tenoru veliaht ilan edip sonra işine gelmeyince geri almış başkalarını veliaht ilan etmiş midir merak ediyor insan...
MZA

Kanla Turk Bayragi yapmak



Genelkurmay başkanının elinde çerçevelenmiş bir Türk bayrağı ama sıradan bir bayrak değil, bayagi değişik hatta ilginç bir özelliği var, bu bayrak kanla yapılmış. Bir araya gelmiş bir kaç lise öğrencisi beyaz bir beze kanlarını damlatarak Türk bayrağı yapmışlar ve bunu “bizi de askere alın” dilekçeleriyle birlikte Genelkurmay başkanına yollamışlar. Tabi genelkurmay başkanı da bundan inanılmaz derecede mutlu olmuş, duygulanmış ve bunu kameralara göstererek bu çocukların davranışını övüyor ve mutluluğunu dile getiriyor. Şimdi muhtemelen bu çocuklar lise öğrencileri olduğuna göre en fazla 17 yaşındalar hayatlarının en önemli zamanındalar kişiliklerinin oturacağı, hayata karşı duruşlarının belli olacağı yaşlardalar. Çocukların yaptığı iş sadece masumca bu ülkeye duydukları sevgiden kaynaklı muhakkak ama bu çocukların davranışından gurur duyup bunu örnek gösterebilmek başka bir durum. Gelişmiş ülkelerde muhtemelen bu yaşlardaki çocukların tasarladıkları ilginç bir alet veya bir proje kameralara gösterilip örnek alınması için vurgu yapılırken yada çocukların yaptıkları barış resimleri savaşa hayır kan akmasın gibi sloganlar ortaya çıkarılırken bizde bu yaşlardaki çocukların kan akıtmaları askere gitmek istemeleri gurur duyulacak bulunup üstüne konuşmalar yapılabiliyorsa bu bizim nerelerde kaldığımızın en iyi göstergesidir. Şimdi kalkıp da bunu yapan çok ülke var bu davranışların alkış bulduğu çocukların kafasına küçuklükten itibaren militer düşüncenin empoze edildiği çok yer var diyebilirsiniz, benim sözüm zaten sadece bize değil bu gibi tutumları, gencecik hayatın kötülüğüne buluşmamış, dünyanın çirkin yüzünü görmemiş çocuklara empoze etmeye çalışan tüm kurumlara,ülkelere ve kişilere. Umarım bir gün genelkurmay başkanımızın ‘bakın bu 5 lise öğrencisinin doğuda terörün önünü almak için geliştirdiği toplumsal proje hepimize tüm gençlerimize sosyal sorumluluk adına örnek olsun’ diye sunduğu bir projeyi görmek mutluluğuna erişiriz..
MZA

Emret bakanim


Gectigimiz gunler de Devlet Bakani ve Basbakan Yardimcisi Cemil Cicek'in aciklamalari basinda her ne kadar cok yer tutmadiysa da bu aciklamalar oldukca dusundurucuydu.


Adalet bakanı rehin alınan 8 tane 20 li yaşlarda genç askeri ölmedikleri sağ kurtuldukları için suçluyor ve onlar için ‘keşke dönmeselerdi, ben bunu Türk askerine yakıştıramadım’ diyerek kınıyor. Ya doğru ile yanlışın, sevinilecek şeyle üzülünecek şeyin ülkemizdeki anlamı farklı yada gerçekten ortada inanılmaz büyük bir kavram kargaşası var. Yine buna benzer bi açıklama genel kurmaydan geliyor ve adalet bakanı destekleniyor, malum 8 asker PKK tarafından rehin alınmış, kurtulup serbest kaldıktan sonra soruşturmaya tabi tutulmuş ve askeri mahkemede yargılanmalarına başlanmıştı. Bu askerlerden bir kaçının PKK üyesi olduğu iddası da mevcut bugünlerde.Diyelim ki birkaçı bu örgütle alakalı diğer çocukların suçlandıkları şeyler gerçekten akıl almaz, bu çocuklar terör örgütünü övmek onların sahip oldukları televizyona röportaj vermek ayrıca “burda durumumuz iyi” demekle suçlanıyolarlar. Şimdi vicdanı olan insanlara soruyorum kim ama kim rehin alındığında kendi başında silahlı insanlar varken ve bu örgütün tv kanalı size mikrofon uzatmışken olmusuz bir tavıra bürünebilir, onları eleştirip nasıl tepki koyabilir veya ne şekilde bir tepki gösterebilir, eğer bu çocuklar bahsettiğim şeylerden birini yapsalar öldürülebilirlerdi ve şu an aramızda olmayabilirlerdi. Herhalde sonuç böyle olsa adalet bakanı bundan çok menun olacaktı belliki. Herhalde bunu söylerken bu insanların kaç yaşında olduğunu, birer aileleri anneleri, babaları, kardeşleri hatta çocukları, eşleri olduğunu göz önünde bulundurmadı.Bir de olaya tam tersinden bakalım acaba adalet bakanı aynı duruma düşse orada kahramanlık gösterip her türlü tepkiyi koyar kendini feda eder miydi...belki evet ama buna ne kadar emin olabiliriz. Asıl konu bu açıklamayı yapanın devletin seçilmiş bakanı olması yani devletin olayın sonucu karşısındaki algılaması. Rehineler kurtuldu ama keşke ölselerdi demeye getirilen açıklaması. Belki de bu ülke yada bu ülkenin devleti kendine yeni bi anlayış geliştirmiş, doğrunun ne pahasına olursa olsun ölmek olduğu gibi, burada vatan için ölenlere saygızılık etmek istemem bu insanlara tamamen saygı duyuyorum, ama ölmemiş olana karşı bizim bakış açımız bu mu olmalı; onu yargılamak keşke gelmeseydi demek vatan hainliği ile suçlamak kısacası damgalamak.

MZA

8 Ocak 2008 Salı

Mach mich nicht an Ali ve Taksim

Ahmet Altan bundan yillar evvel yazmis nasil bir seydir Turk olmak,bazen gurur kaynagi olabildigi gibi bazen de insani utandirabilmekte,garip bir sey Turk olmak,dunyanin geri kalanindan farkli olmak demek;
dünyanın, en tehlikeli eğlencesi Türk olmaktır.burada hayatın bizzat kendisi bile hayata şaşar.Altmış milyonluk bir bungee-jumping’dir hayat.Bir beton zemine doğru milyonlarca insan süratle düşeriz.Tam çarpacağımız zaman, kim olduğunu kimsenin bilmediği bir güç, ucunda sallandığımız lastik halatı çekiverir ve biz yukarlara sıçrarız.Padişahımızın ırzına geçer, başbakanımızı asar, genelkurmay başkanımızı hapseder, gençlerimizi idam sehpalarına gönderir sonra da en güzel aşk şiirlerini yazarız.Hep aptallığımızdan yakınır sonra da dünyanın en akıllısı IMF’yi tam on yedi kere dolandırırız. Paralarını bize nasıl kaptırdıklarını anlamazlar bile.Aptallıktan sıkıldığımızda zekamızla övünür ve bin senedir her yaz mevsiminde damlarda yatar ve oradan düşerek ölürüz.Yağmur yağdığında ülkenin en büyük kentinin işlek bir caddesinde boğulan yeryüzündeki tek insan Türktür.Yeryüzünde kendine kanat yapıp uçan ilk insan da Türktür ama...devleti kutsal ilan eder sonra da devleti soyarız.“Köylü efendimizdir” der köylüleri döveriz.Dünyada hiçbir devletin tanımadığı bir devleti kurma başarısını gösterebilmiş olanlar Türklerdir.“Yurtta sulh, cihanda sulh” diyerek bütün komşularıyla düşman olan da biziz.“Ulusal onuru” bu kadar değerli “ulusal parası” bu kadar değersiz başka bir ülke bulmak çok zordur.Sürekli olarak birbirini kazıklayanlar Türklerdir.Bir büyük deprem olduğunda çoluk çocuk, zengin fakir el birliğiyle yardıma koşup, evdeki iki battaniyeden birini depremzedelere bağışlayanlar da Türklerdir.Kırk sekiz yıl boyunca dünya futbol şampiyonasının kapısından bile geçemedikten sonra ilk katıldığı şampiyonada dünya üçüncüsü olmayı Türkler başarır.“Ata sporu” güreşte en olmadık ülkelere yenilen, güreşten hiç anlamayan Amerikalı güreşçilerle güreşirken kolunu bacağını kırdıranlar da Türklerdir.Her konuda fikrimizi söylemeye bayılır ama hiçbir fikrimize inanmayız.Hiçbir filozofumuz yoktur ama ne olduğunu kimsenin bilmediği bir hayat felsemiz vardır.Dünyanın en ünlü suikastçısı, papayı vuran bir Türktür.Papayı binlerce insanın arasında vurup kabak gibi yakalanan en salak suikastçı da Türktür.Katillerin “ulusal kahraman”, şairlerin “vatan haini” olduğu tek ülke Türkiye’dir.Müslüman olanlardan sürekli kuşkulanır ama müslüman olmayan vatandaşlarımıza devlette tek bir görev bile vermeyiz.Bütün askeri darbeleri alkışlar ve ilk seçimde darbecilerin kızdıklarına oy veririz.Tek bir anlaşmada neredeyse beş milyon kilometre kare toprak kaybedip, bu anlaşmanın en akıllı anlaşma olduğuna inananlar da Türklerdir.Savaşta kendi gemisini yedi saat boyunca bombalayanlar Türklerdir.Uçağı arızalandığında başkalarına bir zarar gelmesin diye o uçağı son ana kadar terketmeyip ölenler de Türklerdir.Yabancılardan sürekli kuşkulanıp ne kadar yabancı örgüt varsa hepsine girmeye çalışanlar Türklerdir.Girmeye çalıştıkları örgütlerin kurallarının aslında Türkiye’yi bölmek için hazırlandığına da sadece Türkler inanır.Yıllarca, Avrupa Birliğine girmemizi sağlayacak yasalardan hiçbirini çıkartamayıp, bir gecede başkalarının on yılda geçirebileceğinden daha fazla yasa geçiririz.Omründe hiç trapez yapmamış altmış milyon insanın trapez yapmasıdır hayat burada.Bütün dünya, şaşkınlıkla bakarak düşmemizi beklerken biz düşmeyiz.biz Türküz.Ya oynar ya ağlarız.Dünyanın en tehlikeli eğlencesidir Türk olmak.ve, biz korkuyla eğleniriz.



Bugun geldigimiz noktada da cok fazla bir sey degismedi Turkiye'de,hayat hala burada iki uclu yasanmakta,butun namussuzluklari yapariz,ama bize bir namussuzluk yapildiginda ise cinayet isleriz.Iste boyle bir sey Turk olmak,ister Turkiye'de ister Almanya'da.


Almanya'da asiri sagci bir parti olan Republikaner'in baslatmis oldugu propaganda da Mach mich nicht an Ali yani Ali bana sulanma denmekte ve Turk erkeklerinin Alman kizlarina surekli olarak tacizde bulundugu soylenmekte.Ilk basta cok buyuk tepki cekmesi son derece beklenen fasizan bir propaganda,fakat Taksim'de her sene sanki bir gelenekmiscesine yasanan olaylardan sonra insan "acaba o kadar da haksiz degiller mi" diyor.



Taksim'de toplu halde yuruyus yapsaniz aninda durdurulursunuz,polis sizi cevirir,fakat her ne hikmetse her sene yasanan bu rezalette polis yine etkisiz kaldi,hatta oyle ki tacizden kacan kizlar eczaneye,pastaneye,taksiciye sigindilar,cunku disarida onlari adeta parcalamak icin bekleyen yuzlerce insan(!) salyalarini akitarak bekliyordu.Olaylardan sonra bir kac gostermelik tutuklama gerceklesti,gerceklesti de 57 ytl'lik bir bedelle serbest kalabildi bu insanlar.57 ytl'yi bastiran istedigi insani taciz edebilme hakkina sahipmis meger,biz bunu ogrendik.Ogrendigimiz baska bir sey varsa o da toplum olarak geri kalmisligimizin sinirlarinin olmadigidir.Millet olarak empati yoksunuyuz,birisi bizim yanimizdaki kiza baksa dahi kavga cikarabiliriz,birisi bu yasananlarin %1'ini yakinimizdakilere yapsa cinayet isleyebiliriz,ama yine biz kameralara gulerek bu rezaleti de yapabiliriz.Son sozu Yilmaz Ozdil koysun istiyorum;

Taksim’e dönersek...Bakıyorum o güruha...Terör örgütü "bomba koymasın" diye o kadar çaba harcamasa mıydık acaba?Ölü sayısı çok olurdu ama..."Kaybımız" pek olmazdı galiba.

4 Ocak 2008 Cuma

I have a dream...


28 agustos 1963'te Martin Luther King tarihe adini kaziyacak bir konusma yapti,I have a dream (benim bir hayalim var) diyerek sozlerine basladi ve devam etti;


bugün size diyorum ki, dostlarım, şu ânın getirdiği güçlüklere ve engellemelere rağmen bir rüyam var benim. Amerikan rüyasına derinden kök salmış bir rüyadır bu. bir rüyam var. gün gelecek, bu ulus ayağa kalkıp kendi inancını gerçek anlamıyla yaşayacak. “şunu kendinden menkul bir gerçek kabul ederiz ki, bütün insanlar eşit yaratılmıştır.” bir rüyam var. gün gelecek, eski kölelerin evlâtlarıyla eski köle sahiplerinin evlâtları, Georgia’nın kızıl tepelerinde kardeşlik sofrasına birlikte oturacaklar. bir rüyam var. gün gelecek, Mississippi eyaleti bile, adaletsizliğin ve baskıların sıcağıyla bunalıp çölleşmiş olan o eyalet bile, bir özgürlük ve adalet vahasına dönüşecek. bir rüyam var. gün gelecek, dört küçük çocuğum, derilerinin rengine göre değil, karakterlerine göre değerlendirildikleri bir ülkede yaşayacaklar. bugün bir rüyam var benim. bir rüyam var. gün gelecek, Alabama eyaleti, valisinin ağzından hep müdahale etme ve izin vermeme yönünde sözler dökülen o eyalet, küçük siyah oğlanlarla küçük siyah kızların, küçük beyaz oğlanlar ve küçük beyaz kızlarla el ele tutuşup kardeşçe birlikte yürüdüğü bir yere dönüşecek. bugün bir rüyam var benim. bir rüyam var. gün gelecek, bütün vadiler yükselip bütün tepeler ve dağlar alçalacak, engebeli yerler düzlük yapılıp, girintilerle çıkıntılar düzleşecek ve Allah’ın şanı yeryüzüne inecek, bütün canlar hep birliket görecek onu. bizim umudumuzdur bu. güneye dönüşümde içimde taşıyacağım inançtır. işte bu inanç sayesinde umutsuzluk dağını yontup bir umut anıtı yaratacağız. ulusumuzu saran âhenksiz bağırtıları, bu inanç sayesinde güzel bir kardeşlik senfonisine dönüştüreceğiz. bu inanç sayesinde birgün özgür olacağımızı bilerek hep beraber çalışacak, hep beraber dua edecek, hep beraber mücadele edecek, hep beraber hapse düşecek, özgürlük için hep beraber ayağa kalkacağız.


bu konusmanin uzerinden yillar gecmesine ragmen Amerika'nin hic bir baskani bugune kadar siyahi olmadi,acikcasi nufusun cogunlugunun beyaz oldugu bir ulkede cok kolay bir is degil bu,gelgelelim bugun Barack Obama,nufusun %95'inin beyaz oldugu Iowa'da butun rakiplerini gecerek aday adayligi pozisyonundan adayliga gecme konusunda buyuk bir adim atti.Kendisi Columbia'da uluslararasi iliskiler okumus Harvard'da hukuk master'i yapmistir ama belki de bu iki diplomadan daha ilginci kendisi bir musluman ilk okuluna gitmistir,Irak savasi baslamadan savasi protesto eden ve su anda aday adayligi yapan kisiler arasindaki tek isimdir.Iowa'yi kazandi simdi sira New Hampshire'da,bekleyip gorecegiz hayallerini gerceklestirebilecek mi.