31 Mart 2008 Pazartesi

Özgürlük uğruna özgürlüğümüzden feragat etmeli miyiz?


Bugüne kadar özgürlüğümüz uğruna savaşmamız gereken tek unsuru dış mihraplar olarak algıladık. Fakat maalesef ve maalesef pratikte olaylar beklentimiz dahilinde şekillenmedi ve kolektif özgürleşme hareketi içinde özgürlüğümüzden feragat eder bir vaziyette bulduk kendimizi.
Bir bayan olarak, ekonomik özgürlüğümüzü elimize almak bize öğretilegelendi. Çocuklarımızı yetiştirmek adına koca dayağına maruz kalmamamızın tek şartıydı. Diğer bir deyişle; kendimizi gerçekleştirebilmenin, özgürleşmenin tek yoluydu bu. Ama sonra ne oldu da özgürlüğümüz için özgürlüğümüzden feragat ettik?

Bakınız işte böyle oldu;

“-İyi bir üniversiteye gitmeliyim, büyük şehre. Burslarım bana yetmiyor. Ne yapmalıyım?
O zaman tek çözüm okul artı iş;
(Bir süre sonra)
-İş ve okulu birlikte yürütemiyorum, derslerim aksıyor...
İşi bırakmalısın...
-Yurtta rahat ders çalışamıyorum...
O zaman eve çıkmalısın ama bu ekonomik realitede mümkün mü? Tabii ki hayır.
Şimdi mucizevî bir çözüm geliyor, BURS; Rahat rahat ders çalışabileceğiniz bir villa, bunun yanında dolgun bir cep harçlığı ve bilmem kaç yılda erişemeyeceğiniz kadar büyüklükteki bir sosyal çevre.
İşte kurtarıcınız tam karşınızda... Sistem tam bir çiflik mantığıyla ilerliyor. Kendinden sonrakini, sisteme dahil etme mantığı üzerine kurulu bu üretim süreci, kendinize ayırdığınız zamanın çoğunu alıp götürüyor sizden. Tıpkı, yaz tatillerinde gezip eğlenmek yerine, sizden sonra sisteme dahil edilmesi beklenenlere özel ders verme zorunluluğunuz gibi.

Kısacası, seçeneklerin kısırlığı dolayısıyla herkes kendi için olabilecek en iyiyi yapma gailesi içerisine giriyor. Ama atlanan bir nokta var ki o da hayatta her şeyin bir bedeli olduğu…
İnsan hayatı bu kadar ucuz olmamalı ama bu çerçevede alan da, satan da memnun gözüküyor.
Ezelden beri tek bir sorunumuz vardı, o da eğitim. Fakat ne yazık ki eğitimin ocağında bulunanlar bile içine düştükleri gafleti yadsımayı tercih ettiler.

NP

18 Mart 2008 Salı

AB - Turkiye ?

Malum Avrupa Birligi’ne uye olma calismalarimiz yillardir devam etmekte. Iyimserlere gore Turkiye gerekli reformlari gerceklestirdigi takdirde Birlik’e uye olacakken; kotumserlere gore de Avrupa Birligi, Turkiye ne yaparsa yapsin uyelik soz konusu olamaz, belki “imtiyazli ortaklik” denilmekte.
Sayin Basbakanimiz Avrupa Birligi ile tam yol devam diyedursun biz onumuzdeki gerceklerle yuzleselim; gectigimiz gunlerde Erdogan, Sarkozy ve Merkel arasinda gerceklesmesi gereken uclu zirvenin Erdogan tarafindan iptal edilmesi bence bize oldukca guclu mesajlar veriyor. Zaten ortada Avrupa Birligi ile olan bir muzakerenin de olmamasi oldukca cesaret kirici. Medyamizda “tarama sureci” ile “muzakere sureci” birbirine karistirildigi icin oldukca iyimser haberler yakalamak mumkun fakat mevcut bilgilerle bu kadar iyimser olmak aslinda cok guc.
Su anda muzakereler askiya alnimis durumda ki bu basliklardan bazilari; gumruk birligi, tasimacilik, mallarin serbest dolasimi ve is kurma hakki gibi hayati konulari iceriyor, bunlar olmadan iddia edildigi gibi bir uyelikten cok “imtiyazli ortaklik” daha olasi gibi ki basta Sarkozy olmak uzere Birlik icindekilerin de istedikleri genelde bu yonde, hatta Merkel’in parti tuzugunde de bunu gorebiliriz. Avrupa Birligine verdigimiz imtiyazlara baktigimizda ise hangi noktada oldugumuzu degerlendirdigimizde manzara oldukca vahim; senelerdir hak iddia ettigimiz Kibris uzerindeki haklarimizdan Guney Kibrisi taniyarak vazgecmis durumdayiz, ve de almis oldugumuz “sozlu” garanti yillardir dis politikamizin zerre ilerlemedigini gosteriyor bize. Boyle buyuk bir hatayi bundan yillar once Kenan Evren de yapmisti ve “Asker sozu aldim ben, Kibris’I geri alacagiz” mealinde bir aciklamada bulunmustu ki gordugumuz uzere tarihimizden ders almadigimiz ortada.
Tum bunlari dikkate aldigimizda Avrupa Birligi ve Turkiye diye bir seyin olmadigini soyle(ye)memek gerceklerin ustunu ortmekten baska bir sey degildir.

5 Mart 2008 Çarşamba

VE SONRA..

Toplum eğer devletle yani resmi tutumla sürekli aynı paralelde düşünürse o toplumda bir şeyler eksiktir. O toplumda ruh eksiktir, muhaliflik eksiktir ve sadece bunların ikisinin eksik olması bu toplumun benim ölçülerimde eksik bir toplum olabilmesi için yeterlidir. Birey devletten daha fazlasını istemekle mükelleftir. Özgürlükten tutunda, eğitime, sağlığa, daha iyi parklara bahçelere kadar toplum hem kişisel hem genel bazda devletten daha fazlasını istemelidir. Daha fazlasını istemek tabiki bir açgözlülük şeklinde olmamalıdır. Daha fazlası gelecek nesil için önemlidir, bizden sonrakilere bizden daha ilerde daha modern ve hoşgörülü bir sosyal yapı bırakmak için çabalamak her bireyin görevi olmalıdır. Devlet doğası gereği fazlasını vermemeye ve statükoyu korumaya çalışcaktır. Bugün Türkiye’de çok az birey daha fazlasını, daha fazla özgürlük ve demokrasiyi istemektedir. Bunun çeşitli nedenleri olsada susturulmuşluk ve daha ileri derecede susturulma korkusu bu hakları istemeye hatta daha da ileri gitmeye engeldir. Toplumda değişim devleti yönetenlerin değimesiyle değil daha aşşağıdan , temelden başlar. Değişim dinamitleri yukarıdan aşşağıya harekete geçmez. Değişim toplumlar için en alt sınıf baz alınarak görülür. Gerek ekonomik, gerek özgürlükler bazında değişimin aynası toplumun itilmiş, hor görülmüş kesimlerinin gösterdiği gelişme ile anlaşılır. Ülke git gide muhafazakarlaşmakta ve toplumun büyük çoğunluğu devlet ile aynı söyleme paralel gitmeye başlamaktadır. Resmi tutumlara çanak tutmak, eleştirisel olmaktan uzak kalmak bir toplumun düşünsel anlamda geleceğini tehlikeye düşürür. Bu zihniyetin meydana getirip yetiştirdiği zihniyet, daha fazlasını istemekte tereddüt eder. Köşesinde siner durur hatta daha da ileri gidelim bırakın devlete muhalif ve eleştirisel bakmayı toplumsal yanlışlıklara karşı bile vurdum duymaz bir tutum izler. Bugün toplum 80 sonrası baskılarla ve olşturulan eğitim sistemi ile gayet yukarıda anlattığım hale bürünmüştür. İnsanlar yolda zor durumda gördüğüne yardım etmeyi bırakın ordan hemen uzaklaşayım aman bana iş çıkmasın derdine düşmüştür. O hep övünerek bahsettiğimiz değerlerimizde bu süreçte yok olmuştur. Toplumun büyük kesimi vatan millet edebiyatına teslim olmuş kendisi için dahi fazlasını istemeye aciz kalmıştır. Korku öyle işlemiştir ki insanların içine bu korku bir süre sonra yanlış algılamaları beraberinde getirmiştir. Örneğin hakkını arıyan, bunun için grev yapan veya daha fazla sosyal hak için devletine tepki göstern her işçinin bayramı olan bir mayıs’a gitmek
toplumun bir kesimi tarafından terör eylemine katılmak olarak algılanmış ve hakkını isteyen insanlara bu tip damgalar yapıştırılmıştır. Yabancı birinin polis tarafından karakolda öldürülmesine tepki yürüyüşü yapmak vatana ihanet sayılabilmiştir. Bu ciddi anlamda toplumda, tepkiye, hak aramaya daha fazlasını birey olarak devletten istemeye hakkı olan vatandaşlara düpe düz saygısızlıktır. Bu asıl olarak sistemin kendince başarısıdır. Evet sistem ve devlet politikası başarılıdır.(Burada devlet derken iktidardan bahsetmiyorum, devlet dediğimiz yapıdan ve olgudan bahsetmekteyim) Sistem bastırılmış, yolda yatana kalk demiyecek insanlar yaratmayı başarmıştır, hakkını isteyene vatan haini demeyi normal bulan, katillere helal olsun diyen, en küçük toplumsal eleştiri yapanı vatan haini ilan eden, devletten sistemden yana olan, ezilene, itilene sahip çıkmayan, ötekileştirmeye alet olan insanlar yaratmayı başarmıştır. Birey sorguladıkça, kendinden sonra gelene daha iyisini, daha özgürünü bırakma çabasına girdikçe ve kalkıp isyan ettikçe bireydir. Yoksa bunun aksine çanak tutan insan, birey olmaktan nice uzaktır. Ona ben insan derim, ama ne kadar bireydir bu tartışılır..ve sonra... sonrası aynı olur bu toplumsal yapı değişmedikçe ve sonra olmaz, sonrası şimdikinden beter olur..
MZA

BAŞKASININ ÇOCUĞUYLA KAHRAMANLIK YAPMAK !

Hep yıllardır merak ederim acaba önemli siyasilerimizin, işadamlarımızın, sosyetik ve ünlü isimlerimizin hangisinin çocuğu ölüm tehlikesi altında eksi bilmem kaç derecede askerlik yaptı. Yada bu şartlarda yapmasa bile kaçgün yaptı. Muhtemelen bu bahsettiğim gruplara mensup kişilerin çocukları ya master falan yapmaya Amerikaya, Avrupaya giderek yada çürük raporu gibi birşeyler uydurup, hiç biri olmazsa belli süre yurtdışında yaşayıp parasını bastırarak askerlik yapmışlardır. Ama ne hikmetse askerliğin şanınından, vatan millet edebiyatından, bu vatana binlerce şehit feda olsun sözlerinden en fazla bahseden grupta bunlardır. Bu kendini çok akıllı zanneden zavallı kitleye sorsanız, bu vatan için herkesten önce canlarını verirler, onlar için mevzu vatansa gerisi teferruattır. Halbuki bu zavallılar bu edebiyatları yaparken ne hikmetse ya havuzlu villalarında olurlar, yada tw ekranlarında. Ve bu edebiyatın artık karın doyurmadığını, 20’li yaşlarda onlarca insanın patır patır karınca gibi öldüğünü, artık bu çocuklarının ana, babalarının ağlamaması gerektiğini söyleyen biri oluncada, durumdan vazife çıkarıp en iyi yaptıkları işe popülizme ve şakşakçılığa soyunurlar.
Üstüne üstlük aynı yaşlarda kendi çocukları muhtemelen Newyork’ta üniversitede, veya maldivlerde tatildeyken. Bu arlanmazlar, buda yetmezmiş gibi gerçekleri söyleyenleri de ya mahkemeye verirler, yada vatan haini diye suçlarlar. Kısacası vicdan, şahsiyet, onur gibi değerlerden yoksun bu kitle başkalarının çocuklarının kanıyla kahramanlık edebiyatı yapar, ve bu çocukların ölümlerinden prim sağlarlar. Çünkü onlar için dağda ölen köylü hasan amcanın oğluyla, Amerika’da master yapan oğulları arasında önemli bir fark vardır. Zavallı köylünün oğlu ölmesi gereken ‘ VATAN EVLADI’ dır. Onların oğulları ise bundan gurur duyup ömür boyu barda,pavyonda puro içerek ‘Şehitler Ölmez Vatan Bölünmez’ diye tempo tutmalıdır..
MZA