19 Şubat 2008 Salı

Republika e Kosovës


Cok eskilerde bloklar varmis dunyada, Sovyetler Birligi varmis bunlarin en ihtisamlisi, Cekoslavakya varmis bunlarin en kucugu bir de Josip Broz Tito’nun Yugoslavyasi varmis. Soguk savas yillarinda baglantisizlar hareketinin oncusuymus, ne oraliymis ne burali, sosyalistmis icerisinde cok sayida etnik kultur barindirirmis ama bir aradaymis. Tito’nun deyimiyle “biz hepimiz farkliyiz o yuzden beraber olmaliyiz” i kendilerine dustur bilmisler. Bu federasyonun icerisinde Sirbistan, Makedonya, Hirvatistan, Bosna – Hersek, Slovenya ve Karadag varmis, bir de Voyvodina.


Gel zaman git zaman Tito olmus, saglam otorite gitmis yerine bir zaman sonra Slobodan Milosevic gelmis, bos vermis ayriliklari Sirpiz demis Srebrenica’da katliamlar yapmis. Tutamamis bir arada Yugoslavya’yi. Herkes birakmis bu devleti kala kala Sirbistan, Karadag ve Voyvodina kalmis, ulke isim degistirmis Sirbistan – Karadag olmus. Zamanla Karadaglilar da ayrilmak istemisler ve duzenlenen referandumla ayrilmislar, Sirbistan’in deniz baglantisi da kesilmis, iyiden iyiye baglantisiz olmaya yuz tutmus. Ama bitmiyormus problemler, yillar yili sinirlarin korunmasi ilkesini benimsemis olan BM, AB ve ABD Kosova’nin bagimsizligina kavusmasi gerektigini soylemeye baslamis ve 17 subat 2008’de bu olay gerceklesmis. Buna yalnizca Rusya ve Sirbistan karsi cikmis. Zira Rusya’da da Abkazya gibi Cecenistan gibi yerler varmis. Hatta Rusya devlet baskani Vladimir Putin, Avrupa’yi iki yuzlu olmakla suclamis “KKTC’yi de taniyin o zaman” demistir kendi henuz tanimamisken hatta tanimayacakken. Uluslararasi iliskiler “pis” iliskilermis meger.

Velhasil – i kelam, butun bunlara ragmen sonunda Republika e Kosoves(Kosova Cumhuriyeti) kurulmus ve bunu ilk taniyanlardan biri Turkiye olmus, bundan sonra asil beklenen ise dunyaya yeni gelen bu bebegin yaratacagi etkilermis. Acaba Sirplar savas acarak topraklar bizim der mi, Turkiye Kosova’yi tanidiniz KKTC’yi de taniyin der mi, Abkazya, Karabag gibi; Kuzey Irak’taki Kurtler de, Kurdistan kurup bizi taniyin der mi, bunlar hep merak konusu. Bekleyip gorecegiz ama sonuclarinin iyi olacagini soylemek gercekten guc.

Saygi mi dediniz?



Semboller dunya uzerinde her zaman cok onemli olmustur, bayrak ise bu semboller icerisinde en cok onem adledendir hele ki Turkiye gibi ulkelerde. Ugruna canlar alinmis canlar verilmistir bu bayrak icin. Kimilerine (bence sig goruslulere) gore sadece bir bez parcasidir ve hak ettiginden fazla bir anlam yuklenmistir, bana gore de bu milletin ozgurlugunu, bagimsizligini sembolize etmektedir. TC anayasasinin 7.maddesi der ki - türk bayrağı, yırtık, sökük, yamalı, delik, kirli, soluk, buruşuk veya layık olduğu manevi değeri zedeleyecek herhangi bir şekilde kullanılamaz. Resmi yemin törenleri dışında her ne maksatla olursa olsun, masalara kürsülere, örtü olarak serilemez. Oturulan veya ayakla basılan yerlere konulamaz. Bu yerlere ve benzeri eşyaya bayrağın şekli yapılamaz. Elbise veya uniforma şeklinde giyilemez. Hiçbir siyasi parti, teşekkül, dernek, vakıf ve tüzükte belirlenecek kamu kurum ve kuruluşları dışında kalan kurum ve kuruluşun amblem, flama, sembol ve benzerlerinin ön veya arka yüzünde esas veya fon teşkil edecek şekilde kullanılamaz. Türk bayrağına sözle, yazı veya hareketle veya herhangi bir şekilde hakaret edilemez, saygısızlıkta bulunulamaz. Bayrak yırtılamaz, yakılamaz, yere atılamaz, gerekli özen gösterilmeden kullanılamaz. Bu kanuna ve tüzüğe aykırı fiiller yetkililerce derhal onlenir ve gerekli soruşturma yapılır.


Bundan yaklasik 12 yil once Solomos Spyrou Solomou isminde Guney Kibrisli bir Rum KKTC sinirindaki Turk bayragini indirmeye kalkmis ve vurularak oldurulmustu. Dunya kamuoyunda da oldukca tartisma cikarmisti, fakat kanunlar acikti sinir ihlali yapan bir kisiyi vurabiliyordu devletler.

Bugune geldigimizde durum sinirlar otesinde degil artik, tam iceride. Sirnak’in Cizre ilcesinde Abdullah Ocalan’in yakalanmasinin 9.yildonumu sebebiyle protesto gosterilerinde bulunan teror orgutu Pkk’nin yandaslari arasinda cikan arbededen oturu bir gosterici “basina tas isabet ettigi icin oldu”,ve bu sahsin cenazesi sirasinda da yine teror orgutu yandaslari Turk bayraklarini indirip cignediler. Bu ne nefrettir, bu ne kendini bilmezliktir cozemedim ben. Cenaze toreni duzenlemek istiyorlar, polis karismiyor elbette, slogan atiyorlar polis karismiyor artik Turk milleti icin cok onemli olan bayraklara saldirmaya basliyorlar. Bunun alt anlami, “Turklerin ozgurluklerinin,bagimsizliklarinin sembolu olan bayragi yani onlarin ozgurluklerini ayaklar altina aliriz”dir, baska bir sey degildir ve o ayaklar altina aldiklari bayrak kutsaldir.


Kutsal degerlerine hakaret ettigin bir millet ile nasil bir uzlasma bekleyebilirsin, nasil sana saygi duymasini bekleyebilirsin, bu nasil ikiyuzluluktur. İkiyuzluluk demisken aklima cenazede hazir bulunan DTP liler geldi. Kendileri otopsi raporlarinda da gayet net bir sekilde gorulen bir gercegi carpitarak(dezenformasyon yaparak) olen gencin “basina tas isabet ettigi icin” degil de panzerle ezilerek oldugunu iddia ederek bu bayrak cignenmesinin ustunu ortmeye calismaktalar. Tabii ki de basimizdaki iktidar goreve gelmeden once soz verdigi gibi dokunulmazliklari kaldirmazsa herkes de istedigi gibi konusur, istedigi gibi Turk bayragina hakaret eder, ama bu millet bunu daha fazla kaldirmaz.

17 Şubat 2008 Pazar

ÜZERİMİZE OYNANAN OYUNLAR VARMIŞ !

Bir varmış bir yokmuş bir zamanlar Asya ile Avrupa arasında köprü olan, yarı Asyalı yarı Avrupalı bir ülke varmış. Bu ülke öyle bir ülkeymiş ki üzerine sürekli oyunlar oynanırmış, ülkedeki her sorunun her yanlışlığın altında bu oyunlar varmış. Kimi zaman bu oyunları Amerika kimi zaman Avrupa oynarmış. Sanki bu adamların başka işi yokmuş gibi hepsi ne yapsak da Türkiye’yi aşağı çeksek diye uğraşırmış. Ülke yıllar boyu her sorununu dışa bağlamış, yanlışı içeride değil dışarida aramış. Kendi içindekileri yargılamak yerine çamuru sürekli dışarıya atmış, Türkleri ve Türkiye’yi sevmiyorlar, çekemiyorlar anlayışına sığınmış. İleri gitmeyi, çağdaş olmayı istememiş ama bunun sebebini dış güçler buna izin vermiyor, bizi güçsüz kılmak istiyorlar diye açıklamış. Bu ülke yıllar boyu Avrupa Birliği’ne girmek istemiş ama ne hikmetse hiçbir kriter yerine getirmemiş ve Birlik'e giremeyince de bunu bizi zaten istemiyorlar bu Avrupalıların bir oyunu diye açıklamış. Kürt sorununu, türbanı sorun diye yıllarca gündemine bile almayıp bastırmış, gündeme aldıysa da bunlar dış güçlerin üzerimize oynadığı oyunlar deyip üstünü örtmüş. Avrupa kupalarında takımları fark yeyip döndüğü zaman Avrupalı hakemlerin oyunu deyip başarısızlığa bir güzel kılıf bulmuş. Yıllar gelmiş geçmiş yıl olmuş 2008, ülke hala eski problemlerle uğraşmaya devam ediyormuş. Türban, AB, derin devlet sorunları sürmekteymiş, ve ne hikmetse bu sorunlarının çözülememesinin sebebi yine dış güçler ve üzerine oynanan oyunlarmış...
MZA

15 Şubat 2008 Cuma

TARTIŞAMAMAK !

Gecenin bir saati kalkıp televizyonda 32.gün izlemeye karar verdiğimde aslında başıma gelecekten haberdardım ama yine de dayanamayıp izledim. Program her zamanki hararetinde devam ederken bir gerçek yüzüme tokat gibi vurdu ve bir kez daha niye hala burdayız sorusunun cevabını o programda dahi buldum. Evet Türkiye yerinde sayıyordu yıllardır, rekabet ettiği ülkeler alıp başını gitmişken biz hala aynı tarzla devam ediyorduk. Önümüze geleni alkışlamaya, her şeyi derinine tartışmak yerine duyduğumuz her farklı fikre karşı şakşakçılık yapmaya, beğenmediğimizi yuhlamaya, biraz sert çıkış olunca aynı tarzı daha da abartarak karşılık vermeye hala devam ediyoruz. Demokrasinin gelişmesi, çok sesliliğin artması gibi kavramlardan bahsederken hala insanların farklı fikirlere hele hele üniversite okuyan insanların saygı göstermiyor ve kendi fikirlerini empoze etmek amacıyla avaz avaz bağırıyor olmaları, ülkenin bulunduğu noktanın bir aynasıydı. Ve bana bir kez daha bü ülkede çok sesliliğin hiçbir şekilde, eğer nesil tamamıyla geçmişten arınarak yola devam etmezse, mümkün olmayacağını gösterdi..
MZA

12 Şubat 2008 Salı

TARİKATLAR ÜLKESİ

Ülkenin her metrekaresi yeni tarikat oluşumları ile dolup taşarken, demokrasi umudum ve ülkenin geleceğine olan inancım gitgide azalmakta. Bugün ülkemizdeki tarikat oluşumları Anadolu’nun küçük kasabalarından İstanbul’un en lüks semtlerine uzanan bir zincirle ülkenin her karış toprağına bir virüs gibi yayılmakta. Bu yayılım birçok şekilde gerçekleşiyor. En bilindik metod maddi durumu yetersiz gençleri eğitim vaadi ile bir araya toplayarak, bu çocukların bu oluşumların bir parçası olmasını sağlamak. Peki bu çocukları buralara iten sebepler ya da bağlanmalarındaki en büyük etken ne? Bunun en önemli sebebi maddi olanaksızlık, bunun yanında cehalet ve istismar edilmiş dini duygular da var. Bu üç önemli sebep genç insanları tarikat oluşumlarının içine itiyor. Yine ayrıca ailelerinden dolayı; yani ailelerinin önceden bu tarikatlar ile bağlantılarının olmalarından dolayı bu oluşumlara mecbur gençler de var. Tarikat oluşumlarının dayandığı, görünürdeki en bağlayıcı unsur din gibi gözükse de bu oluşumların sahip oldukları siyasi ve ekonomik güç ne denli farklı temellerin bu oluşumların altında yattığını ve bu oluşumların hizmet ettiği amacın görünürden farklı olduğunu açıkça gösteriyor. Örneğin tarikatlar seçim sonuçlarından tutun da ülkenin geleceği ile ilgili atılacak adımlarda dolaylı yoldan söz sahibi oluyorlar. Bu bir rastlantı veya inanılmaz derecede organize olmuş ve resmi kurumların engelleyemediği bir durum değil, bu bilakis resmi kurumların bir bölümünün ciddi anlamda desteklediği ve yayılmasında aktif rol oynadığı bir süreç. Bugün gelinen noktada, 1980 de hortlayan ama daha öncesine dayanan temelleri olan bu organizasyonlar ciddi anlamda başarılı olmuş ve istedikleri, umdukları noktadan ileri gitmişlerdir. Yine bugünkü iktidarın bu denli güçlenmesinde tarikatların ciddi anlamda etkisi olmuş, birçok kesim üzerinde etkisi olan çok fazla tarikat olduğundan milletvekillerinden tutun da bakanların seçimine kadar her türlü işte tarikatlar ciddi derecede etkin rol üstlenmiştir. Tabi burada tarikatların etkisi birebir lider bazında olmuştur, çünkü birçok siyasi liderin biliyoruz ki bu tarikat şeyhleri ile yakın temasları olmuş ve onları destekleyen kitlenin yükselmesinde onlara yardımcı olmuşlardır. Tarikatlaşmadan daha önemlisi buraların ülkenin gençliğinden alıp götürdükleridir. Tarikatın olduğu yerde demokrasi olmaz, olamaz, tarikat mensubu insan da demokratik olamaz. Şeyhin sözünün son söz olduğu, onun fikrinin üzerine laf söylenmeyen, hiçbir tartışma, sorgulama, fikir özgürlüğü olmayan, mensuplarının onaylamak dışında işlevleri olmayan kurumlar ve oluşumlar demokratik olmazlar. Buralardan çıkan, buraların yetiştirdiği adamlar ne olursa olsun eğer ciddi bir arınma geçirmediyse hiçbir şekilde ciddi anlamda çağdaş insan olamaz. Burada hiçbir şekilde inanç ile ilgili bir eleştiri getirmiyorum ancak tarikatçı olabilme, oradaki tehdit unsuru olan söylemlere itaat edebilme gerçekten tehlikeli ve insanın insanlığını alıp götüren, onu insan yapan yargılama, sorgulama özelliğine zarar veren bir durum. İnanmak, ibadet etmek insanların kişisel tercihleri ama din hiçbir şekilde birilerinin birilerine itaat etmesi, yüce görmesi üzerine kurulu olamaz, oluyorsa burada bir yanlışlık vardır. Çünkü Allah ve peygamber dışında dinde bir müslümanın yüceltmesi gereken başka bir varlık yoktur. Bu çok açıktır, ancak birileri bazı farklı yorumlar getirerek bugün tarikatlaşma ile kendilerini nerdeyse peygamber yerine koymuş ve bu dünyada hiçbir kula nasip olmayacak refaha sahip olmuştur. Nasıl olur da savaşlar geçiren, her türlü zorluğa göğüs geren ve bunlardan hiç yılmayan bir peygemberin dini, yani Müslümanlık, bu çağda birilerinin lüks içinde evlerinden, köşklerinden fetva verdikleri ve kitleleri arkasından sürekleyen bu oluşumlara teslim oluyor bunu anlamak gerçekten çok zor. Bugün tarikatların yetiştirdiği insanların geldikleri noktalar ciddi anlamda göz boyayıcı olabilir. Ancak bu insanların sorgulama yapmadan bu çağda hala böyle zihniyetlere esir olabilmeleri ciddi anlamda üzerinde düşünülmesi gereken bir durumdur. Bir baska büyük çelişki de tarikatların çoğunun yetiştirdiği bir grup insanın bugün hala kapitalizmin sembolü olan kuruluşlara ve fikirlere hizmet ediyor olabilmesidir. Ayrıca yine içinde birçok tarikat mensubu olan bugünkü iktidarın ABD’nin Irak müdahalesinde destekçi olması ve onlarca müslümanın ölmesine en azından ufak da olsa bir göstermelik tepki vermemesi de bu işin sadece din bağıyla açıklanamayacak kadar organize ve danışıklı bir durum olduğunu ortaya sermektedir. Dini duygular istismar edilerek yapılanlarla bugün tarikatlar ciddi sermayedarlar haline dönüşmüştür. Birçok televizyon ve gazete sahibi olan tarikatlar ciddi anlamda her alanda etkili olmayı başarmış ve altının kazılmasını istemediği gerçekleri çok akıllıca örtmüştür. Yapılan yayınlar ciddi anlamda objektiflikten uzak ve yanlıdır. Bunu Türkiye’deki tarikatlardan bağımsız birçok medya organı için de söyleyebiliriz aslinda. Bu da zaten oluşturdukları sistemde hiçbir şey sorgulamayan robotlar yaratmak adına doğru olandır ancak hiçbir şekilde etik değildir. Neden kanıyoruz? Çünkü yaratılan atmosfer ve oluşan çemberde insanlar tamamıyla manevi olarak ezilmekte ve bu yoz oluşuma ortak olmaktadırlar. Din, bir insanı rahatça kandırılabilmek hatta sindirilebilmek adına en etkili araçtır. Genç körpe beyinlere “şunu şöyle bunu böyle yap, yapmazsan günaha girersin” demek en caydırıcı metoddur çünkü inanan insanın ne pahasına olursa olsun kaçınacağı şey günahtır. Ve anlatılan, öğretilenler doğrultusunda günaha girmemek için tarikatının emrettiğini sorgulamamaya mecburudur. Dolayısıyla kendi özgünlüğünden eser kalmaz tarikat mensubu kişinin. Kısacası insanı insan yapan, daha iyisi daha doğrusu için düşünmekten uzaklaşır.
MZA

9 Şubat 2008 Cumartesi

ALMANYA’DA ÖLMEK



9 Türk Almanya’da çok üzücü ve bu çağa yakışmayacak bir şekilde can verdi. Bu insanlar yıllar öncesinden oralara, buradakinden daha iyi şartlar bulmak amacıyla gitmiş, geleceğini memleketlerinden uzak belirlemek zorunda kalmışlardı. Muhtemelen hiçbiri çok istemedi en başta ama şartlar, Türkiye’nin onlara verebilecekleri, onların hayatlarını burada mutlu sürdürmeleri için yetersizdi. Gittikleri yer genel anlamıyla ülkemizden daha ilerde, belirli koşulların mesela insan hayatının öneminin daha yüksek olduğu bir ülke. Şanssızlık mı, kader mi ne dersek diyelim çok garip bir şekilde bu insanların Almanya’da yaşanmayacak bir ihmale kurban gitmeleri de olayı biraz daha hazin kılıyor. İnsan hayatına bu kadar vurgu yapılan bir yerde, itfaiyenin geç müdahalesi ve etkin olmayan çalışması da düşündürücü. Ayrıca olayın ırkçı bir kundaklama olması durumu da henüz aydınlatılmış değil, eğer böyleyse, böyle gelişmiş, zengin ve insan haklarının önemli olduğu bir ülkede bu tip düşüncelerin hala barınıyor olmaları insanı AB kriteri denen şeyin anlamını düşünmeye itiyor. Kriterler olsa bile ona uymayacak, o paralelde düşünmeyecek insanların varlığı tam anlamıyla bunların uygulanamaması anlamına geliyor. Bu da beni sadece ülkemde değil dünyada barış, huzur ve hoşgörü ortamının oluşma ihtimali adına umutsuzluğa düşürüyor.
MZA

7 Şubat 2008 Perşembe

Sırbıstan Tadiç le Avrupa Birliği yoluna devam dedi (mi) ?



Bilindiği üzere Pazar günü yapılan ve Sırbistan'da, Avrupa Birliği ile Rusya arasında tercih referandumu olarak görülen kritik cumhurbaşkanlığı seçimini Batı yanlısı aday Boris Tadiç kazandı. Katlımın yüzde 67 gibi yüksek bir seviyede gerçekleştiği seçimlerde Tadiç, rakibi olan aşırı milliyetçi Nikoliç’in aldığı yüzde 47 lik oya karşılık yüzde 51 ile ipi ilk göğüsleyen oldu. Nikoliç'i de kutlayan Tadiç, kendisi ile görüşeceğini, çünkü çok sayıda vatandaşın onun düşüncelerini desteklediğini belirtti. Tadiç, bağımsızlığını ilan etmeye hazırlanan Kosova'dan da vazgeçmeyecekleri vurgusunda bulundu.
Karadağ’ı kaybettikten sonra siyasi arenada gerek Mladiç ve Karadziç in teslim edilmemesiyle, gerekse Kosova konusundan sonra Avrupa Birliği karşısında daha da fazla Rusya yanlısı politika izleyen Sırbıstan yönetimi acaba bu seçimlerle değişikliğe gider mi sorusu şu an Balkanlar üzerindeki tartışılan en yoğun konulardan. Tadiç’in seçimi kazanmasıyla Avrupa Birliği yönünde esen rüzgarları bir ölçüde kuvvetlendirmiş durumda. Ama gerek Tadiç'in milliyetçi kesimleri rahatlatmaya çalışan Kosova açıklamaları ve Rusya ortaklıklığını varolan gündeme tekrar sokması, gerekse Rusya ve değişik kesimlerden gelen tatlı sert açıklamaklar, ilişkilerin AB minvaline hemen oturamayacağının bir göstergesi. Özellikle Sırbistan'daki cumhurbaşkanlığı seçimlerini Batı yanlısı Boris Tadiç'in kazanmasının ardından, Kosova'nın bağımsızlığını sağlayacak her türlü girişimi bloke edeceğini açıklayan Moskova yönetiminin isteği bu yönde.
Dün Kosova Başkanı Fatmir Seydiu, Kosova bağımsızlığı öncesi destek arayışlarında bulunmak için bugün Türkiye'ye geldi. Seydiu'nın Türkiye ziyareti sırasında tabi ki ortak dilek ve açıklamalarda bulunulmaktan ileri gidilmedi, ancak böylesi bir seçim sonrası hele de mevzu Avrupa Birliği ile yakından ilgiliyken bizim de bu değişimin dışında kalamayacağımızın açık bir göstergesi oldu. Öte yandan seçimlerden hemen sonra Kosova hakkında sorulan “Türkiye, Kosova'nın bağımsızlığını tanırsa ilişkileri donduracak mısınız?'' şeklindeki soruya, "Türkiye, Kosova'nın bağımsızlığını tanırsa ilişkilerimiz zor olacak.'' karşılığını veren Nikoliç, Güneydoğu meselesine gönderme yaparak, "Türkiye'nin de benzer sorunu yok mu?" diye de ekledi.
Sonuçlar henüz çok taze ve genç. Ama şurası muhakkak ki Sırbistan- Kosova- Avrupa Birliği üçgeni. ABD- Rusya gibi büyük devletleri ilgilendirdiği gibi Türkiye gibi bir orta büyüklükte bir devleti de ilgilendirdiği aşikar. Özellikle mevzu Avrupa Birliği olunca.
Peripherique

1 Şubat 2008 Cuma

ALLAH BAŞIMIZDAN EKSİK ETMESİN..!


II. Dünya Savaşı sonrası Komünizmi tehlike gören ABD’nin birçok ülkede desteklediği, Komünizm yanlısı bir altyapı oluşurtulmasını engellemek amacıyla kurulan gizli örgütler derin devleti temsil eder ve bu tip örgütlenmeler CIA destekli olarak değişik ülkelerde faaliyetlerde bulunmuşlardır. Her ülkede bu örgütlerin değişik isimleri olmuştur. Bizim derin devletimiz kendine ‘ERGENEKON’ ismini takmıştır. Bu örgüt II. Dünya Savaşı sonrası ülkede gerşekleşen birçok olayda, perde arkasında kalarak başrolü üstlenmiştir. Bu olaylar açıkça ABD ve onun bu bölgede görmek istediği şövenist, muhafazakar ve ABD muhalifi olmayan bir toplum oluşturmaya hizmet etmiştir. Bu tip örgütlenmelerin görüldüğü bütün ülkeler bu oluşumları zamanla tasfiye etmiş ve demokratikleşmenin gereği olan çetelerden yoksun bir sistem oluşturmayı büyük ölçüde başarmıştır. Biz şu günlerde süren operasyonla bu tasfiyenin adımlarını az da olsa atar gibi oluyoruz. İnsan demokratikleşme adına umutlansa dahi sanki yine yarıda bırakıp, kökünü kazıyamaz mıyız endişesine kapılıyor. Bunun en büyük sebebi de Susurluk Olayı gibi tarihi bir olaydan sonra bile, bu çeteleşme ve mafya ilişkilerine karışmış kişilerin bir süre sonra milletvekili, hatta parti genel başkanı olabilmesi. En can alıcı ve umut kırıcı olan durum ise bu çetelerin ve katillerin hala Türkiye’de alkışlanır, saygı görür, yargılanmıyor olabilmeleri. Üstüne üstlük halkın bir bölümünün bu işlerin meşru olduğunu savunup, bu tip örgütlenmelerden medet umması ve bunları ‘Vatan bekçisi’ olarak görmeleri..

MZA