20 Mayıs 2008 Salı

Yolcu Yolunda Gerek!

Istanbul Bilgi Universitesi’nin Kustepe kampusunde oynan Bilgi FT’nin yari final mucadelelirinden ilki Yolcu ile Alcoholico Madrid arasinda oynandi. En az mac kadar ilgi cekici olan ise tribunlerin muhetesem sovu idi, izleyenler Anfield road’da KOP tribunun sovunu izlediklerini dusundu,tabii bunda taraftarlarin Yolcu icin soyledikleri You Will Never Walk Alone’un da etkisi yadirganamaz.

Maca hizli baslayan taraf Alcoholico Madrid oldu ve henuz 2.dakikanin basinda Muzaffer'in attigi gol ile 1-0 one gectiler,fakat cabuk toparlanmasini bilen Yolcular 3.dakikada Adem ile karsilik verdi ve maca hemen denge geldi. Bundan sonra tipik orta saha mucadelesi seklinde gecen macta taraflar moral motivasyonla, fizik kondisyonun modern futboldaki kollektif uyuma etkisinin en guzel orneklerini sergilediler. Tam bu dakikalarda defans guvenligini elden birakan Yolcularin savunmasina karsi soldan deplase olan Erdi kaleci Caglar ile karsi karsiya kaldigi anda hakem tartismali bir penalti dudugu caldi. Topun basina gelen Kamil Kamil Richards topu koseden aglarla bulusturdu ve Madrid temsilcisi macta ikinci kez one gecmeyi basardi. Rehavete kapilan Madrid’e karsi seyirci destegini arkasina alan Yolcularda Okan ceza sahasinin hemen disindan topu kalecinin uzanamayacagi uzak koseye,sag 90 diye tabir ettigimiz noktaya mermi gibi nisanladi ve maca yine denge geldi. Bu dakikadan sonra oyunun kontrolunu eline alan Yolcular bloklar arasi kollektif uyumu saglayinca ileride deplase olan pivot santrforlari ile gol yollarinda giderek etkili olmaya basladilar ve Selcuk ile macta ilk kez one gecmesini bildiler. Sol kanat kombinezonlari ile Adem ile etkili olan Yolcularda,Adem’in pasiyla Selcuk kendisinin 2. takiminin 4. golunu kaydediyordu. Ilk yari bu skorla bitmek uzereyken cok sert bir topa maruz kalan Selcuk sahada yigilip kalirken,sahaya giren saglik gorevlileri ilk mudahaleyi yaptiktan sonra Selcuk maca igne ile devam etti,devre arasi roportajinda Selcuk “bizim icin cok onemli bir mac,bu yuzden igne ile oynayacagim” diye konustu ve motivasyonunun ne kadar ust duzey oldugunu gosterdi. Ikinci yarinin henuz baslarinda Yalcin’in Ertan’in mudahalesiyle yerde kalmasiyla hakem bir kez daha penalti noktasini gosteriyordu. Topun basina yine Kamil Kamil Richards geliyordu ve yine gol. Skor 4-3 oluyordu. Okan’in sagdan bindirmesiyle bir gol daha bulan yolcular farki 2ye cikarirken Okan da kendisinin ikinci golunu kaydediyordu. Ilerleyen dakikalarda Selcuk ile bir gol daha bulan Yolcular skoru 6-3 e getirip tam rahatladik darken, bu dakikaya kadar hatasiz oynayan Ertan’in kendi kalesine attigi golle skor 6-4 oluyordu. Bundan bir dakika sonra da ceza yayinin cevresinden Muzaffer plase ile skoru 6-5 yapiyordu. Tam bir gol duellosu seklinde gecen macta Okanla bir gol daha bulan Yolcular farki ikiye cikardiklari anda Kamil Kamil’in golune engel olamadi ve skor 7-6 oldu. Son dakikalarda Alcoholico Madrid’in ataklarini defans guvenligini ele alan ve kollektif alan savunmasi yapan Yolcular savustururken hakemin son dudugu ilestadi zafer sarkilari susluyordu.


Son olarak Yolcu takimi icin cok acimasiz elestiriler yapiliyor , bunlar cok oportunist elestiriler bir kere. Baktiginizda bu takimin futbolun fundamentalini kaptigini gorursunuz. Takim oyununu sahaya cok guzel yansitiyolar. Fakat orta sahada ufak capli bir renovasyon a gidilmesi gerek.Ileri ucta penetrasyon sorunu yasiyorlar. Bu bir handikap.


Finale adini yazdiran Yolcularin baskani Elif – the White Turk- Turel oyunculara verilecek yuksek primlerin mujdesini verirken,hakemi elestirmeyi de ihmal etmedi. Sayin Turel son olarak taraftarina yalniz birakmadiklari icin tesekkur etmeyi de ihmal etmedi.

17 Nisan 2008 Perşembe

Eksi'nin yanlislari

Zor istir objektif olabilmek, icinde bulundugunuz gercekligi soyutlamak, sadece var olana elestirel bir bakis acisiyla yaklasabilmek. Elbetteki elestiri guzeldir, farkli bakis acilarina sahip olmak da oyle, fakat yorum gerektirmeyen cevirilerde yapilan “hatalar” kimi zaman insanlarda bir on yargiya sebep olabilir.

Oktay Eksi’nin Disisleri Bakani Ali Babacan’in Financial Times’la yapmis oldugu soylesiden almis oldugu bazi kisimlar ve onlarin Turkce’ye cevrimi konusunda bir kac “hata” buldugumu soylemeden edemeyecegim.

Eksi diyorki “eski Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’den "yaptığımız reform yasalarını veto ediyordu" diyerek şikáyette bulunduğu dikkati çekiyor.” Ben de usenmedim ve metni okudum ve orada gecen sozler de su sekildeydi “I wouldn’t actually look at Abdullah Gül becoming the President as a problem about the reforms, but actually it is a huge impetus for the reforms because we had many problems vis-à-vis our reform efforts because of the Presidential vetoes [of legislation] that we having seen during the time of our former President. So, with a reform-oriented President with a President who truly believes in the merits of the EU for Turkey, I think it is a big, big plus that we have a President like him…” burada evet Babacan Sezer’in veto gucunden bahsediyor ve sorunlar yasadiklarini ifade ediyor ama burada bir sikayet yok, daha cok Gul ile ilgili memnuniyetinden bahsediyor.

"Oysa bizim basına yansıyan habere göre sadece, "Adalet ve Kalkınma Partisi’nin kapatılması istemiyle açılan dava"ya değinirken, "siyasi bir konunun mahkemeye götürülmesi halinde mahkemenin işinin önemli ölçüde zorlaştırdığından" söz ettiği, sırf bu zorluğu gidermek için "Anayasa’da değişiklik yapmayı düşündüklerini" söylediği, "parti kapatma kriterlerinin Avrupa Konseyi Venedik Komisyonu tarafından belirlenenlerle sınırlı olmasını" istediği" … seklinde devam ediyor sayin Eksi. Ben ise yazida “mahkemenin isinin zorlasmasi” ile ilgili bir kisim bulamadim bunla birlikte parti kapatma kriterinin Venedik Komisyonuyla da alakasi yok.

FT muhabiri soruyor ; And the constitutional reform issue, where is that? ( Peki Anayasal reform konusu, bu nerede kaliyor? )

Babacan yanitliyor; The constitutional reform, actually, right after the new government was founded…we immediately invited a group of lawyers to work on a draft, a new constitution which is in line with the Copenhagen criteria, in line with the Venice Commission work and so forth, and we already had a draft.

Burada Babacan diyor ki zaten yeni anayasa Kopenhag Kriterleriyle belirlenmis ve Venedik Komisyonu ile de paraleldi, fakat goruyoruz ki parti kapatilmasi ile ilgili bir degisiklikten bahsedilmiyor burada bahsedilenler 301.madde ve AB uyum sureci icerisindeki reformlar.
Ilerleyen bolumlerde parti kapatilmasi hakkinda da konusuyor Babacan ve diyor ki elimizde bir taslak var ama hangi kulvarda ilerleyecegimize parti olarak henuz karar vermedik, sayin Eksi’nin nasil boyle bir cikarim yaptigini anlamak oldukca guc (?).

I don’t know if you heard about it or not, and that’s another thing, which is listed in all the EU reports and that’s something about 20-30 students being able to get religious education at a Greek Orthodox church school. And if you make a public opinion poll and ask people, is this an issue? I don’t know if there’s going to be 9th issue or the 19th issue or the 900th issue that’s in this report. Then we talk about freedom and fundamental rights. I don’t think we can just talk about any compromise or any other way and so forth but we have to do it, if we can, as soon as possible because it is very, very basic issue.

Ve son olarak Eksi’nin degindigi nokta turban konusu, Babacan’in kimseye taviz vermeden cozmenin basit yolu oldugundan bahsetmesi durumu var, o da soyle ki, FT muhabiri turbanin nasil 9. onemli konu olabildigini soruyor, Babacan da Yunanistan’daki 20 – 30 kadar ogrencinin Ortodoks kilisesinde dini egitim alabilmesinden bahsediyor ve ekliyor “bu durumu insanlara sorsaniz orada 9. 19. hatta 900. problem olarak ele alinir mi? bence alinmaz ve biz de hic odun vermeden bunu yapmaliyiz sadece cunku bu son derece temel bir konudur” diyor.

Son olarak ben sayin Eksi'nin yapmadigini yapayim ve haberin linkini vereyim, boylece herkes kendi okuyabilir ve benim de yapmis olabilecegim "hata"lari gorebilir.

http://www.ft.com/cms/s/0/cb8de71a-0a57-11dd-b5b1-0000779fd2ac.html

2 Nisan 2008 Çarşamba

DÜZEN ADAMI OLMANIN DAYANILMAZ HAFİFLİĞİ


Güzel ülkem Türkiye’nin olmazsa olmazları, belirli gerçekleri vardır. Bunların başında düzen adamı olmak gelir. Nedir düzen adamı olmak? Düzen adamı ne yapar, nasıl yaşar, nasıl davranır ? Düzen adamı dediğimiz kişi; mevcut güçle ters düşmez, düşse bile öyle çok göze batıp radikalleşmez. Belirli yetilere sahiptir düzen adamı. Genel geçer konularda statükocudur, güncel konularda hep çoğunluğun tarafını tutar. Öyle farklı bakış açıları aramaz. Hep belirli gazeteleri okur, belirli kanalları izler. Muhtemelen muhafazakardır, milliyetçidir. Hep tek düze düşünür, dışarıya bağlar bütün sorunları, hep birileri Türkiye’yi yıkmak istiyordur onun gözünde. Komplo teorileri olmazsa olmazıdır. Mesela aslında Türkiye’nin inanılmaz bereketli toprakları vardır ve aslında en büyük petrol rezervi bizdedir ama çıkaramıyoruzdur. Bunun sebebi’de ABD’dir, onlar izin vermiyordur. Ayrıca derin devlet olmalıdır düzen adamına göre, çünkü derin devlet bizi dışarıdan gelecek kötülüklere karşı korur. Çok yüce ve önemli insanlar yer alır bu oluşumların içinde. Düzen adamına göre, ordu ne olursa olsun siyasetin içinde olmalıdır, çünkü ordu rejimin koruyucusudur. Laiklik çok önemlidir düzen adamı için, gerekirse ekmek, iş istemez ama laiklik her şeyin önündedir. Ama muhtemelen ne olduğunu bilmez bu kelimenin, sorarsanız orta okul vatandaşlık bilgisi dersinden öğrendiği kadarıyla ‘Devlet ve din işlerinin birbirinden ayrılması’ diye tanımlar laikliği. Ama bilmediği bu şey ekonomik gelişmeden, demokrasiden, insan haklarından daha önemlidir onun için. Halbuki düzen adamı laikliği savunmasına rağmen, demokrasinin zararlı olabileceğini, çok fazla demokraside, özgürlükte ne kardeşim bu kadarı fazla diyerek eleştirir. Laikliğin ancak gerçek bir demokrasiyle taçlanırsa anlamlı olacağını bilmez ya da bilmek istemez. Tek başına karın doyurmayacağını anlamaz laikliğin. Muhtemelen türbana karşı çıkar, çünkü türban onun gözünde simgedir, ona göre başını örtmenin inançla hiç bir alakası yoktur. Başını örtüp üniversiteye girenlerin hepsinin amacı rejimi değiştirmektir düzen adamına göre. İnsan haklarını pek sevmez düzen adamı, “Nedir bu milletin zoru, oturun oturduğunuz yerde, hak hukuk neymiş, polis şunların ağzını burnunu kırsa diye söylenir”. Hakkını arıyan insanı sevmez düzen adamı. Ona göre polis; öğrenci, memur ayırt etmeksizin dövünce haklıdır, çünkü ne işi vardır insanların hak aramayla, “devlet baba” ne diyorsa doğrudur. Belirli tutkuları vardır düzen adamının, mesela birisi bayraktır. Toplumsal bir olay olunca ona sığınır hemen, sanki ondan farklı düşünenler, bu ülkenin adamı değildir ve sanki o bayrak onun babasının malıdır. Muhtemelen marjinal fikirli insanlar vatan hainidir onun gözünde, bu ülkeyi bölmek istiyorlardır. Hatta marjinal fikirli insanlar batının uşağıdır ve amaçları ülkemizi zayıflatmak ve gelişmesini engellemektir. Çünkü farklı fikir sahibi olmak, farklı tarzda yaşamak halkın huzurunu bozar onun gözünde ve toplumu kamplaştırır. Mustafa Kemal Atatürk’ü, birilerini sindirmek adına kendi kalkanı yapar düzen adamı. Kim ondan farklı düşünüyorsa, kim sistemi sorguluyorsa, Atatürk Türkiyesi’ni değiştirmek istiyordur ve muhtemelen Atatürk düşmanıdır onun gözünde...

Ama ne hikmetse hep başarılı olur düzen adamı. İşini çok iyi bilir, bir yerlerde sürekli onun gibi düşünen birileri vardır her zaman. En kolay şekilde en iyi işi bulur ve en hızlı şekilde yükselir. Çünkü herkesle uyumlu gözükmeyi bilir, bu sistemin, bu bitik yapının nelere prim verdiğini, nerede nasıl alkış alacağını bilir.

Ve maalesef ülke bu tip salaklarla doludur. Bunlar olduğu sürece, aklı başında, düzgün, dürüst insanların iyi yerlere gelebilmeleri, bu kokuşmuşluğa son vermeleri mümkün değildir ve mümkün olmayacaktır...
MZA

NE AB NE AKP TAM KARANLIK TÜRKİYE !


Bir grup insan düşünün sayıları bir elin parmaklarından bir fazla, ve milyonlar düşünün bu insanların gördüğünü görmekten aciz, ama onlara göre aciz. 16,5 milyon insanın göremediğini görme erdemine sahip bu 11 kişi ülkenin dönen tekerleğine, “her ne kadar çok da sağlıklı dönmese de” çomak sokma girişiminde bulunuyor. Çok kısa bir süre önce yüzde 47 oy almış bir parti, gazete küpürleri ve bir kaç röpörtajdan yapılan alıntılarla suçlu gösterilip aleyhine dava açılabiliyor. Bu senaryonun amacı gayet açık bir şekilde belirgin ve rollerin kimin tarfından dağıtıldığı da hiç birimize yabancı değil. Çok tuhaf değil Türkiye için bu süreç, bir grup elit ve kendilerini bu ülkenin sahibi gören kesim, rejimi koruma kılıfı adı altında kendi elit durumlarını değiştirebilecek her türlü halk hareketine, siyasi harekete ve demokartikleşme çabasına karşı her zaman bu tip senaryolar uydurdular ve mutlaka ki uydurmaya devam edecekler. Yapılanın laikliği korumak, ülkeyi demokratikleştirmek, anayasaya saygı duyulmasını sağlamak gibi bir amacı olmadığı net bir biçimde açık. Bu durum sadece en azından AKP adına düzenlenen iddanamade açıkça çok kasıtlı davranıldığını gösteriyor. Yazının en başına dönüyorum gerçekten 11 kişilik bir kitle mi karar veriyor böyle bir davanın açılmasına ya da bir ülkenin geleceğiyle oynamak sadece 11 kişinin görevi olabilir mi? Cevap net ve açık; kafasını demokratikleşmeye kapamış, ülkeyi içe kapanık ne ABD ne AB zihniyetiyle dünyadan koparmak isteyen, cumhuriyet kavramını kutsal kitap kabul etmiş ve bunun modernleştirilmesine, dünyaya entegre edilmesine karşı çıkan kesimin çabasıdır bu. Bu kesimin kendi nemalandığı dinamikler yerinden oynamaya başlayınca, örneğin; AB süreci ülke için önem kazanıp, bu yolla reformlar yapılınca, anti demokratik yapının sorgulanmasına başlanınca, bu kitle kendinde bir şeylere çomak sokma zorunluluğu hissediyor çünkü mevcut sistemin ileri gitmesi, modernleşmesi halinde o örümcek kafalarıyla hiç bir işe yaramaz asalaklar olarak hayatlarını sürdürecekler. Amaç kendilerini dünyaya entegre etmek yerine ülkeyi kendileri gibi anti-demokratik hale getirmek. Siz dinci veya sol bir parti ya da sisteme karşı yeniliği savunan bir halk hareketi olun, bu kitle bunun önüne bir şekilde geçip ülkeyi karanlıkta kalmaya mahkum ediyor. AKP’nin kapatılma sürecinin bu ülkenin AB ile ilişkilerini zedeleyeceği ve belki de hiç açılmamak üzere kapayacağı açıkça görülüyor. Demokrat olduğunu düşünen ve demokrasiye inanan bir insan olarak dileğim parti kapatma denen durumun sonsuza kadar bu ülkede bir daha olmaması. AB sürecinin durması da insanı ülkede demokratikleşmenin 8o yıldır olgunlaşamamasi gerceginin yanisira, geri gitmesi tehlikesiyle bizi başbaşa bırakıyor. Ayrıca yabancı sermayenin istikrarsız ve siyasi kaos halindeki bir ülkeden muhtemelen kaçma olasılığı da insanı ekonomik gelecek adına umutsuzluğa sürüklüyor. Evet 11 kişi ve bunların arkasındaki gerici karanlık kitle bizi bu risklerle ve geri kalmışlıklarla yaşamaya mahkum etmek üzere. Tabi ki AKP tamamen demokrasi yanlısı ve özgürlükçü bir parti değil, ayrıca ülkenin çıkarına olmayan icraatları da mevcut ama bu partinin muhalifi olmak farklı bir şey, bu partinin laiklik kılıfı altında, partiyi sandıkta yenemeyenler tarafından kapatılmak istenmesi farklı bir şey. Bu süreç tamamen yargının Türkiye’de siyasetin bizzat içinde olduğunun göstergesidir. Bu artık AKP ve statükocu kitlenin mücadelesi ve davası olmaktan çıkmıştır. Bu dava Türkiye’de gerçek demokrasi isteyenlerle statükocu ve ulusalcı karanlık kitlenin davasıdır. Bu kitlenin karanlıklığı Ergenekon Soruşturması’na verdikleri tepkilerden de anlaşılabilmektedir. En ufak olayda laiklik diye yollara düşen bu kitle ucu eski ordu mensupları, gazeteciler ve eski siyasilere dayanan Ergenekon soruşturması’nda suspus kesilip üstüne üstlük bu yapının tasfiye edilmesini sert bir dille eleştirmiştir. Bu kitle kısacası ülkedeki gelişime, değişime karşı olan kitledir. AKP’nin kapanmasını isteyenler, Ergenekon’un tasfiyesini istemeyenler, AB ile ilişkilerin durmasını isteyenler, gerekirse asker işin içine girmeli ve müdahale etmeli diyenler hep ama hep aynı kitledir. Hatta cumhuriyet mitinglerinde ellerine bayrak alıp diğer insanlar sanki bu ülkenin insanı değilmiş gibi onları ötekileştirenler, bu mitinglere katılan gerçek demokrat ilerici kitleyi bile kafalayarak askeri nerdeyse “darbe yap” diye göreve çağıranlar yine aynı kitledir. Türkiye tarihinin en önemli günlerini yaşarken aslında, ağır bir hastalıkla boğuşan hastayı anımsatıyor bana. Bu mücadele sırasında ya hastalık ve virüs kazanacak ya da hasta tekrar doğrulup demokratikleşme ve aydınlığa doğru koşar adımlar atacak. Umuyor ve diliyorum ki statüko ve karanlık bu işte yenilecek ve ülkemiz bir gün AB üyesi pırl pırıl aydınlık bir yer olacak. Eğer aksi olursa bize de muhtemelen yuksek lisans yapma bahanesiyle bu ülkeden, demokrasinin olduğu yerlere gidip bir daha da ancak buralara tatil için gelmek kalacak. Umarım tatillerim yurtdışında, hayatım ise demokratik, aydınlık, refah ve zenginlik dolu olmasını dilediğim ülkemde Türkiye’de geçer...
MZA

31 Mart 2008 Pazartesi

Özgürlük uğruna özgürlüğümüzden feragat etmeli miyiz?


Bugüne kadar özgürlüğümüz uğruna savaşmamız gereken tek unsuru dış mihraplar olarak algıladık. Fakat maalesef ve maalesef pratikte olaylar beklentimiz dahilinde şekillenmedi ve kolektif özgürleşme hareketi içinde özgürlüğümüzden feragat eder bir vaziyette bulduk kendimizi.
Bir bayan olarak, ekonomik özgürlüğümüzü elimize almak bize öğretilegelendi. Çocuklarımızı yetiştirmek adına koca dayağına maruz kalmamamızın tek şartıydı. Diğer bir deyişle; kendimizi gerçekleştirebilmenin, özgürleşmenin tek yoluydu bu. Ama sonra ne oldu da özgürlüğümüz için özgürlüğümüzden feragat ettik?

Bakınız işte böyle oldu;

“-İyi bir üniversiteye gitmeliyim, büyük şehre. Burslarım bana yetmiyor. Ne yapmalıyım?
O zaman tek çözüm okul artı iş;
(Bir süre sonra)
-İş ve okulu birlikte yürütemiyorum, derslerim aksıyor...
İşi bırakmalısın...
-Yurtta rahat ders çalışamıyorum...
O zaman eve çıkmalısın ama bu ekonomik realitede mümkün mü? Tabii ki hayır.
Şimdi mucizevî bir çözüm geliyor, BURS; Rahat rahat ders çalışabileceğiniz bir villa, bunun yanında dolgun bir cep harçlığı ve bilmem kaç yılda erişemeyeceğiniz kadar büyüklükteki bir sosyal çevre.
İşte kurtarıcınız tam karşınızda... Sistem tam bir çiflik mantığıyla ilerliyor. Kendinden sonrakini, sisteme dahil etme mantığı üzerine kurulu bu üretim süreci, kendinize ayırdığınız zamanın çoğunu alıp götürüyor sizden. Tıpkı, yaz tatillerinde gezip eğlenmek yerine, sizden sonra sisteme dahil edilmesi beklenenlere özel ders verme zorunluluğunuz gibi.

Kısacası, seçeneklerin kısırlığı dolayısıyla herkes kendi için olabilecek en iyiyi yapma gailesi içerisine giriyor. Ama atlanan bir nokta var ki o da hayatta her şeyin bir bedeli olduğu…
İnsan hayatı bu kadar ucuz olmamalı ama bu çerçevede alan da, satan da memnun gözüküyor.
Ezelden beri tek bir sorunumuz vardı, o da eğitim. Fakat ne yazık ki eğitimin ocağında bulunanlar bile içine düştükleri gafleti yadsımayı tercih ettiler.

NP

18 Mart 2008 Salı

AB - Turkiye ?

Malum Avrupa Birligi’ne uye olma calismalarimiz yillardir devam etmekte. Iyimserlere gore Turkiye gerekli reformlari gerceklestirdigi takdirde Birlik’e uye olacakken; kotumserlere gore de Avrupa Birligi, Turkiye ne yaparsa yapsin uyelik soz konusu olamaz, belki “imtiyazli ortaklik” denilmekte.
Sayin Basbakanimiz Avrupa Birligi ile tam yol devam diyedursun biz onumuzdeki gerceklerle yuzleselim; gectigimiz gunlerde Erdogan, Sarkozy ve Merkel arasinda gerceklesmesi gereken uclu zirvenin Erdogan tarafindan iptal edilmesi bence bize oldukca guclu mesajlar veriyor. Zaten ortada Avrupa Birligi ile olan bir muzakerenin de olmamasi oldukca cesaret kirici. Medyamizda “tarama sureci” ile “muzakere sureci” birbirine karistirildigi icin oldukca iyimser haberler yakalamak mumkun fakat mevcut bilgilerle bu kadar iyimser olmak aslinda cok guc.
Su anda muzakereler askiya alnimis durumda ki bu basliklardan bazilari; gumruk birligi, tasimacilik, mallarin serbest dolasimi ve is kurma hakki gibi hayati konulari iceriyor, bunlar olmadan iddia edildigi gibi bir uyelikten cok “imtiyazli ortaklik” daha olasi gibi ki basta Sarkozy olmak uzere Birlik icindekilerin de istedikleri genelde bu yonde, hatta Merkel’in parti tuzugunde de bunu gorebiliriz. Avrupa Birligine verdigimiz imtiyazlara baktigimizda ise hangi noktada oldugumuzu degerlendirdigimizde manzara oldukca vahim; senelerdir hak iddia ettigimiz Kibris uzerindeki haklarimizdan Guney Kibrisi taniyarak vazgecmis durumdayiz, ve de almis oldugumuz “sozlu” garanti yillardir dis politikamizin zerre ilerlemedigini gosteriyor bize. Boyle buyuk bir hatayi bundan yillar once Kenan Evren de yapmisti ve “Asker sozu aldim ben, Kibris’I geri alacagiz” mealinde bir aciklamada bulunmustu ki gordugumuz uzere tarihimizden ders almadigimiz ortada.
Tum bunlari dikkate aldigimizda Avrupa Birligi ve Turkiye diye bir seyin olmadigini soyle(ye)memek gerceklerin ustunu ortmekten baska bir sey degildir.

5 Mart 2008 Çarşamba

VE SONRA..

Toplum eğer devletle yani resmi tutumla sürekli aynı paralelde düşünürse o toplumda bir şeyler eksiktir. O toplumda ruh eksiktir, muhaliflik eksiktir ve sadece bunların ikisinin eksik olması bu toplumun benim ölçülerimde eksik bir toplum olabilmesi için yeterlidir. Birey devletten daha fazlasını istemekle mükelleftir. Özgürlükten tutunda, eğitime, sağlığa, daha iyi parklara bahçelere kadar toplum hem kişisel hem genel bazda devletten daha fazlasını istemelidir. Daha fazlasını istemek tabiki bir açgözlülük şeklinde olmamalıdır. Daha fazlası gelecek nesil için önemlidir, bizden sonrakilere bizden daha ilerde daha modern ve hoşgörülü bir sosyal yapı bırakmak için çabalamak her bireyin görevi olmalıdır. Devlet doğası gereği fazlasını vermemeye ve statükoyu korumaya çalışcaktır. Bugün Türkiye’de çok az birey daha fazlasını, daha fazla özgürlük ve demokrasiyi istemektedir. Bunun çeşitli nedenleri olsada susturulmuşluk ve daha ileri derecede susturulma korkusu bu hakları istemeye hatta daha da ileri gitmeye engeldir. Toplumda değişim devleti yönetenlerin değimesiyle değil daha aşşağıdan , temelden başlar. Değişim dinamitleri yukarıdan aşşağıya harekete geçmez. Değişim toplumlar için en alt sınıf baz alınarak görülür. Gerek ekonomik, gerek özgürlükler bazında değişimin aynası toplumun itilmiş, hor görülmüş kesimlerinin gösterdiği gelişme ile anlaşılır. Ülke git gide muhafazakarlaşmakta ve toplumun büyük çoğunluğu devlet ile aynı söyleme paralel gitmeye başlamaktadır. Resmi tutumlara çanak tutmak, eleştirisel olmaktan uzak kalmak bir toplumun düşünsel anlamda geleceğini tehlikeye düşürür. Bu zihniyetin meydana getirip yetiştirdiği zihniyet, daha fazlasını istemekte tereddüt eder. Köşesinde siner durur hatta daha da ileri gidelim bırakın devlete muhalif ve eleştirisel bakmayı toplumsal yanlışlıklara karşı bile vurdum duymaz bir tutum izler. Bugün toplum 80 sonrası baskılarla ve olşturulan eğitim sistemi ile gayet yukarıda anlattığım hale bürünmüştür. İnsanlar yolda zor durumda gördüğüne yardım etmeyi bırakın ordan hemen uzaklaşayım aman bana iş çıkmasın derdine düşmüştür. O hep övünerek bahsettiğimiz değerlerimizde bu süreçte yok olmuştur. Toplumun büyük kesimi vatan millet edebiyatına teslim olmuş kendisi için dahi fazlasını istemeye aciz kalmıştır. Korku öyle işlemiştir ki insanların içine bu korku bir süre sonra yanlış algılamaları beraberinde getirmiştir. Örneğin hakkını arıyan, bunun için grev yapan veya daha fazla sosyal hak için devletine tepki göstern her işçinin bayramı olan bir mayıs’a gitmek
toplumun bir kesimi tarafından terör eylemine katılmak olarak algılanmış ve hakkını isteyen insanlara bu tip damgalar yapıştırılmıştır. Yabancı birinin polis tarafından karakolda öldürülmesine tepki yürüyüşü yapmak vatana ihanet sayılabilmiştir. Bu ciddi anlamda toplumda, tepkiye, hak aramaya daha fazlasını birey olarak devletten istemeye hakkı olan vatandaşlara düpe düz saygısızlıktır. Bu asıl olarak sistemin kendince başarısıdır. Evet sistem ve devlet politikası başarılıdır.(Burada devlet derken iktidardan bahsetmiyorum, devlet dediğimiz yapıdan ve olgudan bahsetmekteyim) Sistem bastırılmış, yolda yatana kalk demiyecek insanlar yaratmayı başarmıştır, hakkını isteyene vatan haini demeyi normal bulan, katillere helal olsun diyen, en küçük toplumsal eleştiri yapanı vatan haini ilan eden, devletten sistemden yana olan, ezilene, itilene sahip çıkmayan, ötekileştirmeye alet olan insanlar yaratmayı başarmıştır. Birey sorguladıkça, kendinden sonra gelene daha iyisini, daha özgürünü bırakma çabasına girdikçe ve kalkıp isyan ettikçe bireydir. Yoksa bunun aksine çanak tutan insan, birey olmaktan nice uzaktır. Ona ben insan derim, ama ne kadar bireydir bu tartışılır..ve sonra... sonrası aynı olur bu toplumsal yapı değişmedikçe ve sonra olmaz, sonrası şimdikinden beter olur..
MZA